10.07.2022 - 03:00 | Son Güncellenme:
ASU MARO - Son yıllarda özellikle dijital platformlarda çok konuşulan işlerde izlediğimiz Metin Akdülger, oyunculuğun yanı sıra Journers adlı grubuyla müzik yapan, kendisini bildiğinden beri yazan, hatta çizen, yani sürekli kendisine yeni ifade biçimleri arayan biri. O yüzden “Çizgi roman yazdı” çok şaşırtıcı bir haber değil aslında. O dünyayı anlatırken nasıl gözlerinin parladığına bakılırsa, uzun süre de kopmayacağı bir alan. Osman Oğuz Öğün ile birlikte yazdığı, Sadi Güran’ın çizdiği, Ancient 101’den yayımlanan “Görmüş Geçirmiş Kaptan88 / Babanın Son İcadı” adlı “Davut Çelebi Çizgi Romanı”nı ve diğer alanlardaki yolculuğunu Metin Akdülger ile konuştuk.
Nasıl başladı çizgi roman macerası sizin için?
2019 başı gibi Davut Çelebi’yle yollarımız kesişti. İkimiz de şahsi dertlerimizle mücadele ediyorduk ve ondan çıkmaya çalışıyorduk. Davut’la “İnsanın dünyadaki yolculuğunu, çevresiyle birlikte değişimini yönlendirecek olan şeyler ne olabilir?” üzerinden konuşmaya başladık. Yıllardır bu tür konuları en sık konuştuğum dostum Osman Oğuz Öğün’e Davut’tan bahsettim. Davut yıllardır üzerinde çalıştığı hikâyelerini bize açtı ve beraber üretmeye başladık ama hayallerimizi tam olarak yansıtamıyorduk, özellikle görsel olarak. Ayşe Barım’ın bizi yüreklendirmesiyle Sadi’ye ulaşacak cesareti bulduk. Dört kişi, birbirimizin hayallerini destekleyerek iyileşmeye, “Kaptan88” evrenini yaratmaya başladık. Daha ortada pandemi yoktu; bir salgın hastalık olabilir ve buna karşılık insanların datasını toplayabilecek ve onlara temel bir refah sağlayabilecek bir ürün ortaya atılabilir diye düşünmüştük. Bu şekilde bir nüfus kontrolü ve tahakküm mekanizması kurulabilir diye düşündük. Çizgi romandaki “Hipokrat” böyle oluştu mesela, hikâyenin takvimine göre III. Dünya Savaşı’ndan sonraya denk geliyor bu.
Kaç yılında bu savaş?
2064. Savaş sürdürülebilir enerji ortaya çıktığı için çıkıyor. Sonrasında da bu savaşı bitiren bir pakt oluyor. İnsan Hakları Sözleşmesi’nden Dünya Hakları Sözleşmesi’ne geçiyorlar. İnsan hakkını değil, dünya hakkını savunduğun zaman bazı şeyleri yapamıyorsun, şehri çok fazla genişletemiyorsun, baraj yapmıyorsun, başka çözümler bulmak zorunda kalıyorsun gibi düşünce deneylerinden yola çıkarak yeni yeni icatlar çıkarttık kendi kurduğumuz dünyada. Bu dünya giderek dengesini kaybeden bir yer ve bu kadar dengenin kaybolduğu bir yerde, insanın bir çözüm oluşturabilmesi için kendine bir araya getiren şeyler yaratması gerektiğini düşünüyorum. Benim nazarımda bunun en iyi yolu çizgi roman.
Yazıyla ilişkiniz ne zaman başladı?
Çok küçük yaşımdan beri sürekli bir şeyler yazar çizerim. Kendi hikâyelerim vardır. Çok eskiden çizdiğim çizgi romanım bile var. Ama kendimi tamamen kaptırdığım ilk yazı serüveni tiyatroyla başlamıştı. Üniversitede Shakespeare üzerine kuramsal bir ders veriyordu Yıldız Hanım. Dersin asistanı olmamı istedi benden. O dönem oyunculukla ilgili bir sürü kitap alıp gitmiştim, hayatımı kurtaran hareketidir; “Bunları sen okuma, okursan sahnede çok düşünmeye başlarsın. Git bir tiyatroda çalışmaya başla, sonra ne zaman okuyacağını anlarsın” demişti. Gerçekten de böyle oldu. Önce tecrübe etmek, hatayı sahnede yapmak benim yolumu çizdi sanırım.
Bir noktada ”Ben oyuncu olayım,” dediniz herhalde.
Bunu itiraf edemiyordum kendime. O zaman bugünkü gibi değildi oyuncu olmak, aileme bunu açtığım zaman “İşsiz kalırsın, parasız kalırsın, kandırırlar seni” gibi cevaplar aldım tabii. Sonuçta Bursa’da yaşayan göçmen bir aileden geliyorum ben. Yazıya dönecek olursam, Galata Perform’da Yeni Metin Yeni Tiyatro programı vardı ve kursiyer alıyorlardı. Birkaç kişiye de burs veriyorlardı. Orada oyun yazarlığına dair bir sene eğitim aldım ve yazdığım oyunları geliştirmeye başladım. Düşünce deneyi gibi tasarladığım bir oyunum vardı, biraz klostrofobik bir oyun ve pandemi sonrası insanları klostrofobik bir şeye sokmak istemedim açıkçası, o yüzden yine ertelendi bu hayal. Ama genel olarak söyleyebilirim ki ben formdan bağımsız olmak ve bir sürü hikâyenin içerisinde olmaktan yanayım. Kariyerimin de böyle olmasını istiyorum. Beni yarın öbür gün bir bilgisayar oyununun içerisinde de görebilirsiniz. Ne kadar çeşitli formlarda hikâyelerin içerisinde yer alırsam, o kadar farklı insanla ve merakla çalışma fırsatım oluyor ve insana olan inancım artıyor.
Akdülger, “Kaptan88” evrenini Osman Oğuz Öğün, Sadi Güran ve Davut Çelebi’yle birlikte yarattıklarını söylüyor.
“Sağlığım televizyon temposunu kaldırmadı”
Bir “Medcezir” macerası var, herkesin sizi ilk tanıdığı. Ama sonrasında ana akımla çok da sıkı bağlarınız olmadı değil mi?
En son 2016’da ana akım diye tabir edilen bir dizide yer aldım, evet. Televizyon dünyasına kendi oyunlarımı yapabilmek için güç toplarım diye düşünerek girmiştim aslında. Sonra sonra iş yüküm arttıkça idrak ettim; bu iş çok çok çok yorucu bir iş. Mesela benim mesai rekorum
43 saat, durmadan. Zamanla şunu öğrendim, takriben 14. saatten sonra zaman algısı kayboluyor insanın. Asıl durum şu ki benim sağlığım televizyon temposunu kaldırmadı. “Muhteşem Yüzyıl”da oynadıktan sonra kelimenin tam anlamıyla iflas etti vücudum.
“Journers’ı nadasa bırakalım dedik”
Biraz size dönersek, kolektif işleri, eski arkadaşlarınızla kopmayarak, birlikte üretmeyi seviyorsunuz. Journers adlı grubunuzla müziği de o şekilde yapıyorsunuz bildiğim kadarıyla.
Müziğe şu sıralar daha az vakit ayırabiliyorum çünkü müzik yaptığım arkadaşlarımdan biri baba oldu, diğer müzik yaptığım arkadaşım Burak Yeşildurak Bursa’da yaşıyor. O sebeple, Journers’ı nadasa bırakalım, kendimizi başka konularda geliştirelim, sonra oraya döneriz dedik. O da bitmeyecek bir hikâye.