02.12.2018 - 08:15 | Son Güncellenme:
Filiz Aygündüz
Son bir aydır, sosyal medyada herkes onu konuşuyor. Anadolu’nun bilge kadınlarından kitap kurdu Afife Küçükbenli’yi. Dostoyevski’den Amin Maalouf’a Albert Camus’ye kadar sevdiği yazarları ve kitaplarını anlattığı video büyük ilgi gördü. “Tek sıkıntım, okuduklarımı paylaşacak kimse olmaması” diyordu.
Afife Küçükbenli’yi Kayseri’nin Yahyalı ilçesindeki çiftlik evinde ziyaret ettik. Kitaplardan sohbet ettik. Yer sofrasında yemeğini yedik, hayvanlarını sevdik. Hayata ve insanlara dair konuştuk. Kendisinden çok şey öğrendim. Bu çok özel röportajın izlenim bölümünü bugünkü Milliyet’in kültür sanat sayfasındaki “Bir Kahve İçimi”nde okuyabilirsiniz.
Şimdi söz Afife Küçükbenli’nin…
- Kitaplara olan tutkunuzu anlattığınız bir tv programı için çekilmiş videoyla son günlerde sosyal medyanın gündemindesiniz. Herkes sizi konuşuyor.
Geçenlerde kardeşim aradı “Abla sen ne yaptın?” diye. Bir şey yapmadım burada oturuyorum işte dedim. “Abla valla her yerde sen varsın” dedi. Niye bu kadar olay oldu anlamadım. Kitap okumanın nesi olay? Ben zannediyordum ki, büyük şehirlerde herkes kitap okuyor.
- Pek öyle değil. “Kitap okuyorum ama okuduklarımı paylaşacak kimse bulamadığım için üzülüyorum” diyordunuz videoda, biz de kalktık geldik.
Kitap okumayı çok seviyorum ama etrafımda hiç okuyan yok, okuduklarımı paylaşacağım kimse yok. Bir şey okuyunca eğer çocuklarım onu okuduysa, onları arıyorum en son.
- Bundan sonra artık bizi de ararsınız.
Evet evet sizler varsınız, birkaç hanım aradı sağ olsunlar… Okuma kulüpleri varmış. Onlar kitap tartışalım dedi. Çokça da telefon aldım. Yazarlardan mesaj atanlar oldu, ben çok bilmiyorum o camiayı. Buket Uzuner ulaştı, bana kendi kitaplarını gönderdi. Çok mutlu oldum. Ev hanımları da arıyor. Öğrenciler çok arıyor. Birdenbire kitap hakkında benimle konuşacak arkadaşlarım oldu.
- ilk okuduğunuz kitabı hatırlıyor musunuz?
İşte kitap bu dediğim ilk kitap “Yaban”dı. Çok etkilenmiştim. Sonra “Çalıkuşu”, “Sinekli Bakkal”, “Yılanların Öcü”, “İnce Memed”… O zamanlar Yaşar Kemal kimdir bilmiyordum. Elime kitap geçince okuyordum. Bunlar 10-12 yaşın kitapları. Şehirde bir dayım vardı, ondan rica ediyordum yoksa bu eserleri burada bulmam imkansız.
- Kitaplarla nasıl tanıştınız?
İlkokulda küçük bir kitaplığımız vardı, öğretmenimiz bize hikayeler verirdi. Zaten otuz çocuksak kitaplıkta 40 kadar kitap vardı, sırayla okurduk. Sonra tahsilime devam edemedim, annem izin vermedi. Ama çok hevesliydim, okumayı çok seviyordum. Okuyup öğretmen olmaktı hayalim. “Çalıkuşu”ndaki Feride’den etkilenmiştim.
- Jack London’ın, Martin Eden karakterinin mücadelesiyle kendinizinkinin benzer olduğunu söylüyorsunuz.
Martin Eden beni çok etkiledi, zaten normalde de ben mücadeleyi çok seven bir insanım. Kolay kolay pes etmem. Martin Eden bir işçiyken, hiçbir şey bilmezken neden etkilendi de kendini o kadar yetiştirdi? Her şey çok güzel giderken neden intihar etti diye çok sorguladım ama soracak kimseyi bulamadım. Hatta yayladaydım, oradan kızımı aradım, “Anne” dedi “Bir şekilde bitecekti o roman ama böyle bitti ne yapalım”. Üzüldüm ölmesine, öyle bitmesini kabullenemiyorum. En son “Babalar ve Oğullar”ı okudum.
- Turgenyev!!!
Orada Bazarov neden öldü? Bir süre elime başka kitap almadım, Bazarov’un yasını tuttum. Tüm kitaplar da güzel bitemez, hayat da böyle.
- Nihilisttir Bazarov. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Neden hiçbir şeye inanmıyorlar? Özgürlüğün bir sınırı yok. Kural yok. Anlamak zor. Üstüne düşünüyorum tabii çözebildiğim kadar. Bir ilkokul tahsiliyle ne çözebiliyorsam işte… “Babalar ve Oğullar”ı gelinim okuyormuş o bıraktı bana. Büyük bir heyecanla okudum. Ondan önce Doris Lessing’in “Altın Defter”ini okuyordum. Araya Turgenyev girince onu bıraktım. Şimdi yeniden başladım okumaya.
- “Altın Defter”i nasıl buldunuz?
Çok karmaşık ama çözmeye çalışıyorum, sindire sindire okuyorum. “Altın Defter” çok dikkatli okunması gereken bir kitap. Onu daha sakin, işimin daha az olduğu zamanlar okuyorum. Mesela koyunlar kuzulayacak, o koyunu beklemem lazım, o zaman daha hafif, heyecanı daha az bir kitabı okuyorum.
- Mücadeleyi çok seven bir insanım dediniz. Ne gibi mücadeleler verdiniz hayatta?
İlkokuldayken benden küçük erkek kardeşlerim vardı, çiftçi ailesiydik. İşlerimiz çoktu. Annem biraz nazik bir kadındı, onun ev işlerindeki eksiğini tamamlamam gerekti. Bunun için ilkokuldan sonra okula devam etmeme izin vermedi. Okuyamadığım için bir yıl ağladım. Bir yıl sonra baktım bu iş olmayacak, hiç değilse okumayı unutmayayım dedim, okuyarak bir şeyleri aşmaya çalıştım. Sonra bizde akraba evliliği çoktu, onu yıktım. Eşimle anlaşarak evlendim. Ailem istemiyordu onunla evlenmemi. Büyük mücadeleler verdim. O zamanlar 16 yaşına kadar kızlar evlenmiş oluyordu. Ben 21 yaşına kadar direndim onunla evlenmek için.
- Feminist tarafınız da var.
Bir şey hakkımsa savunurum. Çok feminist miyim, bilmem anlamam o işlerden ama kendimi kolay kolay ezdirmem. Asla tembellik yapmam. Kocam bana versin ben yiyeyim, onun emrine gireyim bunu hiç sevmem. Bu babam olsa da sevmem. Başkasının bana bakmasından hiç hoşlanmam. Benim de elim ayağım tutuyorsa bir şeyi beceriyorsam yaparım. Evlendik, bir tek kocamın maaşı vardı. Sağ olsun iyi bir insandır. Üç tane çocuğumu yetiştirdim çok şükür. Büyük oğlum İstanbul Teknik Üniversitesi’ni, küçük oğlum Boğaziçi’ni, kızım Ankara Bilkent’i burslu kazandı.
Onların okumaları için gece dikiş diktim, gündüz dantel ördüm, diktiğimi, ördüğümü sattım. Çoraplarımı yamadım giydim ama onları hiçbir şeye muhtaç etmedim. Üç çocuğum da okula başlamadan okuyup yazmayı öğrendi. Bir oyuncak alırsam bir de kitap alıyordum.
“Kürk Mantolu Madonna önyargılarımı kırdı”
- Okumayı nasıl tarif edersiniz?
Okumak sanki dünyayı gezmek gibi. Başka insanları da anlamak gibi. Mesela Sabahattin Ali’yi çok severim. “Kürk Mantolu Madonna”sını mesela. Bir kitap tanıtım programında denk geldim adı ilginç geldi. Oğluma telefon ettim “Bana Kürk Mantolu Madonna’yı yollar mısın?” diye. Bir nefeste okudum ve çok beğendim.
- ”Kürk Mantolu Madonna” son yıllarda en çok satanların zirvesinde. Bu neden olabilir sizce?
Hepimizin bir önyargısı vardır ya “Kürk Mantolu Madonna” benim önyargılarımı kırdı. Bundan olabilir. Bir insan görürüm, sıradan basit görünür. Onun ne yaşadığı, onun ruhundaki derinlikleri hiç düşünmeyiz. Neden böyle zavallı gibi duruyor, neden her şeye boyun eğdi. Geçmişinde neler var. Nasıl bir aileden çıktı da kendini ifade edemedi.
- Kitaplar insanları ve hayatı anlamanız konusunda size yardımcı oldu yani.
Evet, evet, evet. Hiç kimseyi bu budur diye kestirip atmıyorum. Bunu kitaplardan öğrendim. Her insan ayrı bir dünya, ayrı bir kişilik. İnsanlar hakkında çok çabuk karar vermemeyi öğrendim. Daha iyimser yaklaşmayı.
“Dantel yumağından tasarruf edip kitap aldım”
- Çocuklarınızı yetiştirdiğiniz o zor dönemlerde bütün işlerin arasında kitap okumaya nasıl vakit ayırıyordunuz?
Uykumdan kısardım çok lazımsa. Komşuya yarım saat geç giderdim, günlerde. Hiçbir şeyden eksik kalmazdım, sosyal olmak da gerek. Yarım saat sonra gidip yarım saat önce kalkmaktan bir şey olmazdı.
- Kitap için özel bir bütçe ayırıyor muydunuz?
Mesela dantel örerken bir yumaktan tasarruf edip onun parasıyla kitap aldığım oldu. Balıkesir’de yaşadığımız dönemlerde kütüphaneler vardı, kitap almak için giderdim. Kitap alan arkadaşlarım varsa onlara da rica ediyordum benimle paylaşmaları için.
Kuzularının isimleri Türkan, Rita, Maipel
- Nasıl geçiyor bir gününüz?
Bizim işlerimiz mevsimlere göre değişir. Hayvanlarımız gelecek aralık ayının başları gibi. Erken kalkarız, evden çıkıp hayvanlara ulaştığımızda saat 6’yı bulur. Saat altıda başlar on, on bire kadar hayvanlarımızla uğraşırız. Gelir yemeğimizi yer, dinlenir çayımızı içeriz. Saat ikide tekrar çıkar dokuza kadar yine hayvanlarımızla ilgileniriz. Hayvan yokken daha değişik. O zaman bağ bahçelerimizle uğraşıyoruz. Arılarımız var, kedimiz, köpeğimiz. Böyle geçip gidiyor.
- Hayvanlarınızın da isimleri varmış…
450 hayvanımız var. 450’nin 100 kadarı kuzuydu şimdi yeni içeri girecekler onlara yeni isimler takılacak. Ama diğerlerinin hepsinin ismi var. 350 tanesi şu anda isimli. Türkan var, Ayten var, Nurten var, Saçaklı var, Benekli var. Rita var, Maipel var. Rita, Rita’nın kızı oğlu diye aile büyüyor. Pier Luigi, Giovanni falan. Sevdiğim arkadaşlarımdan izin alıyorum adlarını vermek için.
- Peki, nasıl karıştırmıyorsunuz?
Önce ben de bilemedim onun için isim koymayı düşündüm. Şimdi böyle bakınca hepsini birbirine benzettim. Ama Yaradan öyle bir yaratmış ki ikiz bile olsa muhakkak bir ayrım oluyor. İçinde yaşayınca bunu fark ediyorsun. Ben şimdi gördüğümü tanırım. Bir anım var mesela, bizim Cemile bir defa karışmış, başka bir çobana gitmiş. Gittik adam bizi ahırına sokmak istemedi. Nazar falan da düşünülüyor ya. Avluya çıkardılar. Ben Cemile diye çağırdım, koyun koştu geldi. Adam bir şey diyemedi, biz Cemile’yi alıp geldik. Ben ahıra türkü söyleyerek girerim, hepsi başıma toplanır. Halk müziğini severim her türküden söylerim. Koyunlar müziği çok seviyor.
‘Beyaz geceleri görmek istiyorum’
- Rus edebiyatına da meraklıymışsınız.
Kardeşimin oğlu turizmciydi. Bir Rus kızla tanışıp evlendiler. Tatyana çok da hanım bir kız. Düğünlerine gittim Antalya’ya. Onların çok adetleri bize benziyor. Sonra aklıma geldi birkaç böyle kısa hikaye okumuştum Ruslardan. “Anna Karenina”yı okumuştum ama o zaman merak etmemiştim. Sonra bu Ruslar nasıl insanlar diye merak ettim çocuklarıma sordum Rusların en ünlü yazarları kimler diye. Onlar hemen “Suç ve Ceza”yı önerdiler. O kitabı bana yollar mısınız dedim hemen anne dediler. Sonrasında Tatyana bana pek çok Rus yazarın kitabını getirdi.
- En çok hangisini seversiniz?
İlk okuduğum için sanırım Dostoyevski. “Beyaz Geceler”i de çok severim.
- İncecik ama ne kadar yüklü ne kadar güzel bir kitaptır.
Biliyor musunuz? Beyaz geceleri görmek istiyorum. Beş senede bir yurt dışına gidiyoruz eşimle. 45. yıldönümümüz için hayalim St. Petersburg’a gitmek. Eşim de İspanya’yı istiyor. Bakalım hangimizin isteği olacak. Kızım da bir öneri getirdi: Bunu iki buçuk yıla indirin birinde anneminkine gidin birinde babamın istediği yere gidin.
Afife Küçükbenli ve eşi Ahmet Küçükbenli beş yılda bir evlilik yıldönümlerini yurt dışında kutluyor.
- Kitaplarınız nerede, burada az kitap var.
Burada çok kitap tutmuyorum. Kitaplar çok yıpranmasın diye cadde kenarında olan bir evimiz var orada tutuyorum. Burası çiftlik evimiz. Burada okumakta olduğum kitaplar oluyor.
- Türk edebiyatından kimleri seviyorsunuz?
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nu çok severim. Halide Edip Adıvar’ı, Yaşar Kemal’i severim. Kemalettin Tuğcu’yu kocaman kadın oluncaya kadar okuyup çok gözyaşı döktüm. Çocuklarıma çok okutmadım onun kitaplarını. Hele kızım çok naifti. Etkilenmesin diye kızıma özellikle okutmadım.
- Nobelli bir yazarımız var, onun kitaplarını merak ettiniz mi?
Hep duyuyorum ama okumak kısmet olmadı. Çocuklar da söyledi “Anne sana Orhan Pamuk kitapları alalım, onları da oku” diye ama demek ki elimde başka kitaplar vardı. Elimdeki kitabı bitirmezsem suç işliyormuş gibi hissediyorum. Kendimi öylesine kötü hissediyorum. Gözüm gördükçe, aklım aldıkça okumak istiyorum.
“Yazımı sansürlediler, bir daha da yazmadım”
- Hiç yazmayı denediniz mi?
Buraya geldiğimiz zaman, komşumuzun çok tatlı bir kızı vardı. “Afife Abla sen bu Yahyalı gazetesine yazsana” dedi. Ben birkaç defa yazdım yayımlandı. Bir gün kadınlarla ilgili bir yazı yazdım. Kız çocukları istenmezdi bizim burada, yıkıldı çok şükür Anadolu’da. Konum şuydu: Kız çocuklarını neden istemeyiz? Kız çocuğu doğunca biraz buruk karşılanır ama sonrasında kendini çok sevdirir. Büyüyünce annesine yardımcı olur. Babasının evde neşesi olur. Sonra birilerinin aşkı, sevdası olur. Ne kızlar için ne delikanlıların kalbi çarpmıştır. Böyle yazdım. Olmaz mı bu, yanlış mı? Ben böyle yazınca müstehcen bulup silmişler o cümleyi. Yazım sansürlenince üzüldüm ve telefon açtım. Dedim ki neden yazımın o bölümü atıldı? Yanlış anlaşılabilir dediler. Ben de tamam artık ben yazmıyorum dedim. Bir daha da yazmadım. Hevesim kaçtı.