08.12.2024 - 02:00 | Son Güncellenme:
SEYHAN AKINCI
SEYHAN AKINCI- Ozan Yoleri imzalı “Başlangıçlar” önce 27. Tallin Black Nights Film Festivali’nde NETPAC Ödülü ardından bu yılki İstanbul Film Festivali’nde Seyfi Teoman İlk Film Mansiyon Ödülü’nü alarak merak uyandırdı. 13 Aralık’ta vizyona girecek filmde Ahsen Eroğlu, 20’li yaşlarının sonuna yaklaşan bir resim restoratörüne hayat veriyor. Kendisi de resme tutkuyla bağlı Eroğlu, oynadığı karakterin yaşadığı sorgulamaların benzerini yaşadığını söylüyor: “Bugün oyuncu olmama rağmen, oyunculuk benim için doğru mu diye düşündüğüm birçok an yaşıyorum.” TV’de, sahnede, beyazperdede karşımıza çıkan Ahsen Eroğlu ile Clubhouse’da bir araya geldik ve keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Sinema yaptığınız işe mesafeli bakma fırsatı sunan bir disiplin. Filmi çektiğiniz ve seyirciyle buluştuğu zaman diliminde siz de dönüşüyorsunuz. O mesafeden bakınca neler hissettiriyor?
Pandeminin başında Ozan’la (Yoleri) aramızda konuştuğumuz, taslak halinde bir projeydi. Öncesinde yönetmenimizle daha önce “Aylin” adlı kısa metraj filmi çekmiştik. Oradan kendi dinamiğimizi bulduk. Bir arkadaşımın yazdığı bir proje gibi dinledim önce. Hatta bana ilk başlarda bu proje için seni düşünüyorum demedi. Sonra şöyle bir itirafla geldi, “Ben seni düşünmeden edemiyorum bunu yazarken. Çünkü aklımdaki karakter sen oluyorsun, buraya doğru evriliyor sürekli.” Ben de o zamanlar tecrübe kazanmak, kendimi daha bilinmez sulara doğru atmak istedim. Çünkü projenin başından beri konuşulan bir şey vardı, sadece İngilizce değil Fransızca sahnelerin de olacak. İngilizceyi bile, uzun bir projede sürdürebilmek güçken hiç bilmediğim bir dil olan Fransızca nasıl oynayacağım? Bir yandan karakterin iç dünyasıyla ilgili zorlandığım şeyler de oldu. Anlattığımız hikâyenin, konunun anlamı zaman geçtikçe değişti, proje çekerken de değişti. O yüzden baya bir evrimleşti diyebilirim proje benim için.
Başlangıç aslında zor bir sözcük. Günün sonunda bir şeyi seçmeye iten bir şey. Defne karakteri de hep bir şeyi seçmekten kaçıyor. O bir şeyi seçme, yani sizin sanatsal olarak oyunculuğu seçme hikâyenize biraz gelmek istiyorum...
Çok benzer hisler. Oynarken de aşağı yukarı aynı yaşlardaydık Defne ile. Ve Defne’nin hayatının içinde endişeleri, çelişkileri hep vardı. “Ben niye buradaydım?” gibi birçok soru sorarak kendine ait bir yer arıyor aslında. Ahsen olarak da aynı şeyi hâlâ arıyorum. Herkes aşağı yukarı aynı süreçlerden geçiyor. Kendimle benzeştirdiğim noktalar bunlar. Bugün oyuncu olmama rağmen, oyunculuk benim için doğru mu diye düşündüğüm birçok an yaşıyorum. Muhtemelen başka bir meslek yapıyor olsaydım da aynı şeyi sorguluyor olurdum.
Bir Osmanlı dönemi tablosuyla geçirdiği uzun bir zaman dilimi var karakterin. Çok sabır ve sebat isteyen bir şeyden söz ediyoruz. Siz de resim yaparken böyle sabırlı mısınız?
Kesinlikle. Bazen yemek yemeyi unutuyorum. Resim yapıyorum çünkü o an gerçekten yemek yemeyi unutmuş oluyorum. Aralıksız 6 saat. 11-12 saati gördüğüm de oldu. 12 saat boyunca sabahtan akşama kadar o tabloyla derdim bitmeyebiliyor eğer vaktim varsa. O sabrı sonsuza kadar gösterebilirim. Biraz da sevgiyle ilgili bu.
“Benim kalbim İzmir’de kaldı”
Bir ait olma hikayesi bir yandan “Başlangıçlar”...Siz de yıllar içerisinde çok fazla yer değiştirmişsiniz. Bu yer değişikliği bir arayış mı yoksa tesadüf mü?
Biraz mecburi bir yolculuktu benimkisi. Tekirdağ’da doğdum, Çorlu’da büyüdüm. Çorlu’dan İzmir’e okumaya gittim. İzmir’den İstanbul’a çalışmaya geldim. Böyle bir rotanın içinde kendimi ait hissedebileceğim bir yeri Defne bulamamıştı ben buldum. Benim yerim İzmir. Bugün ister istemez emekliliği düşündüğümde İzmir’de hayal kuruyorum. Selçuk’a öylesine sadece hafta sonları giden bir insandım. Sırf o toprağı, o dokuyu hissetmek için. İzmir’e ait hissediyorum. Benim kalbim İzmir’de kaldı. hayatın en kötü şartları bir araya gelsin gideceğim yer İzmir.
Filmde Defne, Defne’nin annesi, anneannesi... Esasında üç farklı kuşaktan kadınların varoluşuna da tanık oluyoruz. 30’una yeni gelmiş genç bir kadın olarak bu dönemde kadın olmayı nasıl deneyimliyorsunuz?
Yaşımın verdiği o genç kadınlığı yaşamayı çok seviyorum. Bunu yeni yeni hissediyorum son 2-3 yıldır. Ondan öncesinde insanların dış görünüşümden kaynaklı ‘küçük kız, atom karınca’ gibi benzetmeler yapmasından dolayı davranışları da ben küçükmüşüm ve onlar devasa büyükmüş gibi oluyordu. Bundan biraz rahatsızdım. Çünkü maalesef ön yargılı da bir toplumuz. Hemen zihinlerindeki gibi tecrübeyi de ona göre yakıştırıyorlar size. Başarıyı da... Onun dışında kendimi tam 30 yaş genç kadın olarak görüyorum. Hiç 30 yaş krizi yaşamıyorum.
“Hep bir sahada olma durumum vardı”
Spor hayatınızda önemli bir yer tutuyor. Spor okudunuz. O nasıl bir tercihti? Ardından yol nasıl bu tarafa evrildi?
Çorlu’da çok fazla kültürel olarak etkinlik yapabileceğim bir alan bulamadım. Dördüncü sınıfta spora başladım, kendimi voleybola adadım. Hocalar da çok iyiydi. Eş zamanlı üç tane şey vardı kafamda; oyunculuk, Mimar Sinan Güzel Sanatlar ve antenörlük. Çizimle ilgili bir bölüm okumak için zannettiğimden daha fazla bir zamana ihtiyacım vardı onu eledim. Hemen okula gireyim ki tahsil hayatı bitsin bir an önce istedim. O sırada antrenörlük de yaptım. Kendimden büyük takımları çalıştırdım. Ama içimdeki enerji o değildi artık. Ya voleybol oynayacağım ya da oyuncu olacağım. Hep bir sahada olma durumum vardı. O yüzden de severek yapmış olsam bile antrenörlüğe başladığım zamanlar oyunculukla ilgili rotamı çizmiştim. Setlerde çalıştım. İnsanlarla tanıştım. Şimdi aklımda resim var. Kendime onunla ilgili bir plan çizmeye çalışıyorum.
Nasıl bir plan bu?
Oyunculuğa devam edeceğim. Sonra gerçekten iyi bir ressamın yanında asistanlık bile yapmak olabilir. Çok iyi bir workshop olabilir. New York’ta çok güzel bir okul bulmuştum. Dil okuluna gidip aynı zamanda sadece galeri gezme gibi bir süreç de olabilir. Eğer resimle ilgili rastgele bir şey yapmak istemiyorsam benim bir sanatçının yanında asistanlık yapıyor, fırça tutuyor, gözlem yapıyor olmam gerekiyor. Bunu çok geç kabullendim.
Peki daha çok soyut çalışanlarımı seviyorsunuz? Kimler size ilham veriyor? Hangi ressamlar?
Aslında çok fazla ressam takip ediyorum. Ama soyut çalışmalar da etkilediği oluyor. Ekspresyonist ve empresyonist ressamlar da çok etkiliyor. Matisse çok severim. Genelde fark ettim ki sevdiğim ressamların çoğu Fransa’da eğitim almış Türk ressamlar mesela Fikret Mualla, Komet... Abidin Dino, Fransız ekolüyle yetişiyorlar. Ve oradan farklı bir doku çıkıyor bence. Ben onu daha çok seviyorum. David Hockney’i çok seviyorum. Ama bu aralar çok fazla desen çalışıyorum. Bütün çalışmalarımı kenara bıraktım, set çok yoğun olduğu için desene ağırlık verdim.
“Tiyatronun tadını bir kere aldım”
Pandemide ilk tiyatro deneyiminiz olan “Ağaç’taki Kız”ı konuşmuştuk. Yeniden sahneye çıkmak gibi bir planınız var mı?
Tiyatrodan bu kadar keyif alabileceğimi, bana bu kadar iyi gelebileceğini tahmin etmezdim. Ben nasıl üstesinden geleceğim, 90 dakika sahnede nasıl konuşabilirim tek başıma? Daha çok korkunun hakim olduğu bir şeydi, hiç yapmamış birisi için. Ama ben onun tadını bir kere aldım. Şu an dizi olmasaydı en az 2-3 tane projeyle görüşmüştük. Hatta bazılarıyla başlama aşamasına da gelmiştik. Ama olmadı. Şimdi dizi varken çok zor oluyor. Ama ilk yapmak istediğim şeylerden beri iyi bir oyunun içinde, usta oyuncuların yanında ve işini çok iyi yapan insanların yanında olmaktan çok keyif alıyorum. Orada öğreniyorum. Böyle bir hayalim var.
Tatil için sanat rotası
İçinde bulunduğumuz bir sergi alanı ve burada seramik eserler görüyoruz. Siz “Bir fırın istiyorum” dediniz ortamı görünce...
Sanatçı sadece ya resim yapar ya da sadece yazar gibi düşünmüyorum. rüyama girebilecek kadar tutkuyla hissettiğim bir şey. Çamurla oynamak istiyorum. Aklımda mozaik de var. Bu yüzden erkek arkadaşım bir gün beni Gaziantep’e kaçırdı. “Hemen Zeugma’ya gidelim dönelim. O an beslenelim”... Erkek arkadaşım bu konuda çok yardımcı oluyor. O yüzden birçok alanda yapmak istediğim şeyler var.
Rota bu şekilde mi belirleniyor? Anlık mı hareket edersiniz?
Anlık değil sevgilimle oturup iyi bir plan yapıyoruz. Bugüne kadar gittiğimiz yerlerin hepsi de görmek istediğimiz eserlere göre organize edildi. Avrupa tarafını bayağı bir azalttık. Bütün seyahatlerimiz yüzde yüz görmek istediğimiz sanat eserleriyle ilgili oluyor. Ona göre belirliyoruz.