15.03.2015 - 02:30 | Son Güncellenme:
AYDİL DURGUN - aydil.durgun@milliyet.com.tr
Bir süredir ekranlardan uzak olan Hazal Kaya, Acun Ilıcalı’lı TV8’in ilk dizisi “Maral: En Gzel Hikayem” ile döndü. Kendisine çok yakışan bir rol ve partnerle hem de... Bu vesileyle dizideki Luna mağazasında bir araya geliyoruz Kaya ile. Onu son gördüğümden beri epey zayıflamış. Şöyle anlatayım, hanımlar avuç içinize bir bakın, işte o kadar kalmış yüzü. O minik yüzündeki güzel gözleriyle gerçekten bir ceylanı andırıyor. Sanki ceylan anlamına gelen ismini, hakkını verebileceğini bilmişler de koymuşlar gibi.
Kaya ile yeni dizisini, feminist bir anne tarafından yetiştirilmenin nasıl olduğunu ve aşçılık tutkusunu konuştuk.
Maral’ı bir de sizden dinleyelim. Sizce nasıl bir kız?
Maral benim çok ilham aldığım bir karakter. Beş yaşında bir kaza sonucu anne-babasını kaybediyor. Yine de yaşama pozitif enerjisiyle tutunmuş, hayatın hep iyi yanını görmeye çalışmış. O yüzden ben Maral’ın hiç düşmeyişini, düştüğünde hemen kalkıp devam edişini çok ilham verici buluyorum. Maral’ı oynamak çok mutlu ediyor beni. Çok seviyorum onu, tanışsak iyi arkadaş olurduk bence.
Küçüklükten beri bir hayali var Maral’ın, o da bu Luna mağazası. Sizin var mıydı öyle bir hayaliniz?
Evet, kazadan sonra onu hayata bağlayan, mutlu eden yer. Burada bir iş yapsın istiyor, seviyor... Bende hep değişti o. Hep savruldum. Küçüklükten beri oyuncu olacağım diye bir şey yoktu. Bale yapıyordum, sakatlandım ve bırakmak zorunda kaldım. Keman çalıyordum, kendi isteğimle bıraktım... Sonra fark ettim ki sanatla ilgili bir şey yapmak istiyorum, buna yatkınım.
“Kendimi o çukura düşürmek istemedim”
Aras Bulut İynemli’yle tanışıyormuşsunuz ama ilk defa birlikte çalışıyorsunuz. Nereden tanışıklığınız?
“Öyle Bir Geçer Zaman ki”den. Yıldız Çağrı Atiksoy en yakın arkadaşlarımdan biri. O vesileyle tanıştık. Oyuncu koçumuz da aynı, Ümit Çırak. Birlikte çalışsak diyorduk hep, ikimizin de çok sevdiği hikayede denk geldi bu şans.
Oyuncular nasıl belirlenmiş? İlk bölümü birlikte izlediğinizde Acun Ilıcalı, “Survivor” adasından bağlanıp “Yıllardır hastasıydım Hazal’ın, bu işle kısmet oldu çalışmak” demiş. O mu bizzat bu dizide Hazal olsun demiş?
TV8 ilk dizi yapmaya karar verdiğinde Hazal olsun denmiş. Çok onore oldum tabii. Bu arada başta Aras’ın karakterinin adı da Aras’tı, o oynayacağı için Sarp olarak değişti. Maral zaten aynı Hazal gibi ceylan demek. Çok uğurlu bir iş, tatlı tatlı tesadüfleri var.
Hayran kitleniz ne düşünüyor yeni karakteriniz ve partneriniz hakkında?
Çok şükür, çok mutlular.
Zordur onları mutlu etmek, kimseyi yakıştırmazlar Hazallarına...
Evet, onlar çok tatlılar. Gerçekten takip ediyorlar. Bir magazin haberi çıkıyor mesela benimle ilgili. Hemen çıkıp yalan diyorlar. Yalan da oluyor gerçekten. Ben çok şanslı hissediyorum kendimi. Onların o yakıştırmaması da hoşuma gidiyor. Sahiplendikleri için yapıyorlar bunu. Eleştiriyorlar da; “Olmamış bu karakter sana” ya da “Onu giymeseydin” gibi şeyler söylüyorlar.
“Bir dizinin tutmama ihtimali beni hep çok korkuttu. Şimdi başıma geldi ya, o kadar da kötü bir şey değilmiş,
hepsi deneyim oluyor” demiştiniz.
O rahatlığınız sürüyor mu?
Evet. Haberler çıkıyor ya “dizisi tutmadı” diye. Bir kere bu benim dizim değil, bizim dizimiz. Beni ortaya sürmek en kolayı ki genelde de o oluyor. Ama tutmasa bile dizi, günün sonunda benim elimde tanıştığım insanlar, yaptığım işten aldığım zevk kalıyor. Yoruma yönelik bir iş yapıyoruz. Bu kadar takılırsak gerçekten biteriz. Ben hiçbir zaman kendimi o çukura düşürmek istemedim.
Bu başrolünde olduğunuz üçüncü dizi. 24 yaşında biri için büyük başarı. Bununla birlikte gelen şöhret, bunun stresi... Nasıl başa çıktınız bunlarla? Yaşıtlarınız saçma şeyler yapabilirken sizin o kadar da şansınız yok buna...
Benim hiç öyle bir şansım olmadı,
16 yaşından beri. Ben istedim ama bunu. Annem hep “Üniversiteyi bitir, tadını çıkar sonra ne istersen yap” demişti.
Ama ben 8 aylık olduğum için... Biraz çevrenin beklentisinden ileri geliyor, şımarma, insanlara kötü davranmaya başlama... Bunlar önyargılar, “Avukat kesin çok serttir”. Ben kimseyi böyle değerlendirmek istemem. Bana böyle yaklaşıldığında üzülüyorum ama alıştım.
Bu diziden önce bir ara verdiniz. Amerika’ya gittiniz eğitim almak için. Milliyet Pazar’ın “Sofrada Baş Başa” sayfalarında Selçuk Yöntem’e heyecanla anlatıyordunuz gitmeden...
Oradan da biz Selçuk Abi ile çok konuştuk, saat farkına rağmen yakaladık birbirimizi. Orada Edgemar Acting Studio’da Michelle Danner’dan ders aldım. Oraya çok kilolu gitmiştim şeker hastalığından dolayı.
Çok zayıflamışsınız bu arada.
Teşekkür ederim. Benim Amerika’yla ilgili planım şuydu. Ben orada yemeklerde kullanılan kanola yağını tüketemiyorum o yüzden kafadan az yiyeceğim zaten, yemeklerimi de kendim yapacağım... Kamp gibi düşündüm orayı. Oyunculuk eğitimi alacağım, sağlığıma kavuşacağım. Zaten yurt dışına çıkmayı, yeni insanlar tanımayı çok seviyorum. Çok güzel geçti benim için, çok mutlu döndüm.
“İlk bölüm sivilcem vardır”
Sadece kendi yemeğinizi pişirerek, sağlıklı yiyerek mi kilo verdiniz?
Haftada bir gün serbest, ben de insanım! Şimdi de öyle devam ediyorum.
Başka türlü olmazdı değil mi zaten?
Yok. Ben öyle biri değilim. Yemek yemeyi çok seviyorum. Zaten ufacık bir evim vardı. Bir tane dambıl, bir tane mat aldım. Youtube vidoları izleyerek spor yaptım. Her şeyi ben ayarladım, yemeklerimi de spor saatlerimi de... Kimseden yardım almayıp kendin yaptığında bunu, inanılmaz bir özgüven duyuyorsun. Boş zamanımda bunu yapmak çok değerliydi benim için,
kendimi kendime kanıtladım.
Bu mevzulara girmişken sormak isterim. Şu an yüzünüzde hiç makyaj yok ama cildiniz çok güzel görünüyor...
Teşekkür ederim. Genetik o. Bir tek bir ilk bölüm sivilcem vardır benim hep. Her dizimin ilk bölümüne açın bakın, mutlaka vardır o. Uğurum o benim. Ama onun dışında genetik. Annem de öyledir. 52 yaşında ama cilt yaşı 28’miş.
“Bende bir tuhaflık var herhalde”
Mutfak Sanatları Akademisi’nde ne eğitimi alıyorsunuz?
Profesyonel aşçılık. Şu an bırakmak zorundayım set yoğunluğundan ama devam edeceğim. Yürütebilirim sandım ama çok ağır geldi bana. İlk boşluğumda sadece buna odaklanacağım. Bir de ben bu işle vakit geçirmek istiyorum. MSA’nın çok güzel bir kütüphanesi var; orada okumak istiyorum, şeflerle konuşayım, orada bol bol vakit geçireyim, eve gelip denemeler yapayım istiyorum. Acayip
bir dünya gastronomi.
Amerika günlerinden kalma mı yemek merakı?
Yok, ben Antepliyim, bizde hep yemek pişer evde. Boş zamanımda sekiz haftalık kursa gitmiştim MSA’ya, yarı profesyonel bir eğitimdi. Sonuna doğru bir baktım, yemeğin rengi tutmadı diye araya çıkmıyorum falan... Şeflerle konuşarak profesyonel eğitime geçtim.
“Ufak bir yerim olsun, geleni gideni belli...”
Yemek yapmak iyi gelir insana, terapi gibi derler.
Profesyonel mutfak öyle terapi gibi falan değil ve çok acımasız. Ama çok büyük keyif. Yemek yapmayı çok seviyorum, birileri gelsin de ben yemek yapayım. Anneme de yaparım ama yaparken o müdahil oluyor biraz, ufak tartışmalar çıkabiliyor.
Hangi mutfak akımına yakınsınız?
Füzyon seviyorum galiba. Bilmiyorum henüz. Ama peşini bırakmayacağım bu işin. O boşluğum olsun, ben mutfakta bir sene geçireyim, tekrar konuşalım.
Bir kere de sırf yemek üzerine röportaj yapalım. Hem yiyelim hem konuşalım.
O röportaj bitmez!
Kendi mekanınızı açmak ister misiniz?
İsterim. Ufak bir yer olsun, gelen gideni belli... Biz çok özel ürünler seçip alalım. Mutfak zor bir yer ama sen müşteriye yanlış yemek veremezsin.
Aslında oyunculukla benzer değil mi? O da hiç hata kaldırmaz...
Aynen öyle. Yayında altyazı geçip “Bu sahne çekilirken saat sabah altıydı ve çok uykum vardı” diyemezsin. “Izgarada fazla bıraktık eti, kusura bakmayın” diyemezsin. Bende bir tuhaflık var herhalde gidip gidip böyle zor alanları seçiyorum.
“Kadına şiddet nedir, taciz nedir daha yeni öğreniliyor”
Daha önceki röportajınızda “Feminist bir kadın tarafından, anaerkil ortamda büyütüldüm” dediniz. Bu büyük bir şans.
Feminist bir anne tarafından büyütülmenin dezavantajları da var tabii. Kadına şiddet olayı bugün gazetelerde evet, buna karşı eylemler yapılıyor, herkes ayakta. Ama 90’ların başından beri annemin içinde olduğu Mor Çatı kadın hareketi sayesinde ben çocukluğumdan beri şahidim zaten kadına şiddete. Şu an çok görünür ama hep vardı, hep çok ağırdı. Evet çok kayıp verdik, çok kadın şiddet gördü, onların çocukları şiddet gördü. Şimdi insanların bilinçlenmesi çok iyi bir şey ama keşke bu bilince daha önceden sahip olsaydı bu ülke, bu kadar kayıp verilmeseydi. Kadına şiddet nedir, taciz nedir daha yeni öğreniliyor. Pek çoğu bizim kanıksadığımız, zaten göz ardı ettiğimiz şeyler: “Ara sokağa girme kızım”, “Başkasının verdiği açık meyve suyunu içme kızım”... Bunların hepsi bir müdahaleydi zaten o tacizlere karşı. Biz bunu günlük, olağan bir şey gibi yaşamaya devam ediyorduk.
“Tacize karşı önlem hayat biçimimiz”
Yaşam biçimimize dönüşmüştü değil mi?
Aynen öyle. Bu tacize karşı durmak değil, tacize karşı önlem almak bizim hayat biçimimiz. Dolayısıyla şu an insanların ayakta olması iyi bir şey... Keşke Ayşe Paşalı cinayetinde verilen tepkiler bugün Özgecan’ın başına bir şey gelmesine engel olabilecek bir sonuca ulaştırabilseydi bizi...
Sizin de dediğiniz gibi erkek şiddeti son zamanlarda bu kadar görünür oldu ama siz bu gerçekle büyüdünüz. Bu, erkeklere bakış açınızı etkilemiş midir, ilişkilerinizi?
Erkeğe bakıştan ziyade hayata karşı bir duruştan söz ediyoruz. Evet bir duruşum gelişti. Duruştan kastım şu; bana kimse “Mini etek giymeyeceksin” diyemez mesela ya da sadece kadın olduğum için kimse bana bir şey söyleyemez. Çünkü bazen, bazı cümleler sadece kadın olduğunuz için kurulur size.
Anneniz de memnundur böyle bir çocuk yetiştirdiği için değil mi?
Tabii mutlu oluyor. Bizim ilişkimiz şöyle; biz bir evi birlikte yürüttük, sorumluluğunu paylaştık. Biz aynı zamanda bir evin içinde yaşayan iki bireyiz. Annem onu hiç es geçmedi, çok saygılıyız birbirimize. Annem benden özür dilemeyi bilir mesela. Annemin mutlu olduğu şey arkadaş olabileceği bir birey yetiştirmiş olması. Kızı olmasam da sever o beni yani, aynı şekilde ben de onu.