Ziya Osman Saba kısaca hayatı ve eserleri
Rahatlıkla 'Bir İstanbul şairi' olarak tanımlayabileceğimiz Ziya Osman Saba, Türk edebiyatının mutlaka tanınması gereken önemli isimlerinden biri. Peki Ziya Osman Saba kimdir? Kısaca hayatı ve eserlerine göz atalım...
"O yıllarda yürürken bazen bir küçük camiinin, küçük bir mezarlığında, öyle güzel bir çitlenbiğin altında, o kadar asude bir mezarın karşısında kalırdım ki, hemen oracığa gömülmek isterdim."
Bu sözler, şair ve yazar Ziya Osman Saba'nın... O bu satırlarla bizi çocukluğunun İstanbul'unda dolaştırırken, bir yandan İstanbul'a hayranlığını fısıldıyor, bir yandan da kendisi için ağıt dizercesine, bir çitlenbiğin serin gölgesinde sonsuz uyku özlemini dile getiriyordu.
Ziya Osman Saba'nın yazı ve şiirlerinde en çok bu hayranlığı, en çok bu özlemi görüyoruz. 'Bıraktığım İstanbul' adlı yazısında, "İstanbul sokaklarında böyle kah hatırlayarak, kah hüzünlenerek, kah ümitlenerek dolaşmak ne güzeldi. Allahım, bahtsızlar için mesut olmak İstanbul'da, ne kolaydı" diyor.
Ziya Osman Saba, çocukluğunun ve gençlik yıllarının İstanbul'unu severdi. Onun İstanbul'u, insanlarıyla, camileriyle, Boğaz'ı, mesireleri, mezarlıklarıyla ruhuna işlemişti. İstanbul onundu. Onu saygıyla korurdu. Dillere düşen ilk şiirinde bile, bu konudaki inceliği ve sevgisi görülür:
SEBİL VE GÜVERCİNLER
Çözülen bir demetten indiler birer birer,
Bırak, yorgun başları bu taşlarda uyusun.
Tutuşmuş ruhlarına bir damla gözyaşı sun,
Bir sebile döküldü bembeyaz güvercinler...
Nihayetsiz çöllerin üstünden hep beraber
Geçerken bulmadılar ne bir ot ne bir yosun,
Ürkmeden su içsinler yavaşça, susun, susun!
Bir sebile döküldü bembeyaz güvercinler...
Birisi çıkıp bir el hareketiyle güvercinleri ürkütecek olsa belli ki Ziya Osman Saba'nın gözyaşları sebile dökülecekti... Ziya Osman Saba'ya göre İstanbul'un her taşı, yere düşmüş ekmek gibi, yerden alınıp öpülüp başa konulacak bir nimetti.
İstanbul
Seni görüyorum yine İstanbul
Gözlerimle kucaklar gibi uzaktan
Minare minare, ev ev,
Yol, meydan.
Geliyor Boğaziçi`nden doğru
Bir iskeleden kalkan vapurun sesi,
Mavi sular üstünde yine
Bembeyaz Kızkulesi.
Bir daha görüyorum seni dünya gözüyle,
Göğün hep üstümde, havan ciğerlerimdedir.
Ey doğup yaşadığım yerde her taşını
Öpüp başıma koymak istediğim şehir!
Nitekim 'Bıraktığım İstanbul' başlıklı yazısında, İstanbul'da bulacağı her işi, temizlik işçiliği de olsa saygıyla yapabileceğini şöyle anlatır: "Köprünün bu en işlek caddesinin kaldırımlarını, en titiz bir itinayla temizler, o kaldırımları kirletenler, o taşlara tükürenler olursa, yanlarına yavaşça yaklaşır, 'Nerede olduğunuzu unutuyor musunuz?' derdim. 'Şu göğe, şu kubbelere baksanıza! İstanbul'dasınız! Bu basabilmek saadetine erdiğiniz kaldırımlara hiç tükürülür mü?'"
Ziya Osman Saba, çocukluğunu anlatırken heyecan, sevinç ve tutkularını dile getirmede büyük ustalık gösterir. Babasıyla yaptığı yürüyüşleri anlatırken, bizler de ister istemez çocukluk günlerimize döner, zamanın geçişine yanarız.
GEÇEN ZAMAN
Doğduğum ev! Rahatlayacak içim, duysam
Bir tek kapının sesini.
Arıyorum aklımda bir ninni bestesini...
Böyle uzaklaşmayın benden, yaşadığım günler!
Güneş! getir bir bayram sabahını.
Açılın, açılın tekrar
Çocuk dizlerimdeki yaralar.
Ziya Osman Saba denize ve denizciliğe de düşkündü. Onun bu sevgisini, eşi Rezzan Saba şöyle anlatıyordu:
"Ziya denizi çok severdi. Her İstanbullu sever ama Ziya'nın Beşiktaş'ta yalıda doğup büyümesi, herhalde bu sevgisini artırmış olacak. Hastalandığı zaman doktorlar denize girmemesini söyledi. Çünkü soğuk damarları sıkar, bir kriz geçirebilirmiş. Buna rağmen katiyen dinlemedi. Bir gün Fenerbahçe'de denize gitmiştik. Plajın ilerisinde sınır olarak tahtalar konurdu. Bu tahtalar da birbirine bağlanırdı. O yine birbirine bağlı diye yüzdü. Tahtaya tutundu fakat tahtanın bağı koptu. Kopunca tahtayla beraber batmaya başladı. Daha evvel plajda selamlaştığı Sabahattin Ali bunu gördü, hemen imdadına koştu ve hayatını kurtardı. Çıktığı zaman dedi ki, 'Bir daha denize giremeyecektim. Çok sevdiğim denizimde ölecektim ama Sabahattin Ali beni kurtardı.'"
Bir cümlesi bazen bir paragraf olan Ziya Osman Saba'nın tatı bir dili, pürüzsüz bir anlatımı var. Belli ki içten gelen duygularını anlatırken kalemin ucuna dökülen söyleyişi, çizilip düzeltilen satırlara üstün tutuyor. Ziya Osman Saba'nın şiirlerinde ölçü, uyak, ses uyumu aramayız. Şiirleri bir solukta ya da nefes nefese okunur.
Bakmak istiyorum günler günü gökyüzüne
Nere olursa olsun, yatıp sırtüstü yere,
Damlardan, bacalardan, duvarlardan öteye
Bakmak istiyorum günler günü
Gökyüzüne.
Cahit Sıtkı Tarancı, 1940 yılında Paris'ten yazıdğı mektupta, "Dünyada iki insan tanıdım. Biri annem, diğeri de sen" diyordu Ziya Osman Saba'ya. Birbirini çok seven Cahit Sıtkı Tarancı ve Ziya Osman Saba, Charles Baudelaire hayranıydı. Fakat Ziya Osman Saba'nın dünyadan el çekme duygusu farklıydı. Cahit Sıtkı, "Alıştığımız bir şeydi yaşamak" der. Ziya Osman Saba'ya göre ise, yaşamak alışamadığı bir şeydi:
"Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden!"
Cahit Sıtkı Tarancı
Cahit Sıtkı böylece hayata dönüklüğünü ve ölmemek için her mihneti kabul ettiğini belirtip geri çekilirken, Ziya Osman Saba bir 'Dilek'le karşımıza çıkar:
DİLEK
Mesut olmuş görmek isterdim hepinizi.
Bu bahar gününde dertliyi, ümitsizi.
Terfi etmiş memur, sınıf geçmiş öğrenci,
Kadını, erkeği, yaşlısı, genci…
Bir bayram sevinci ile kol kola sokaklarda,
Su başlarında, ağaç altlarında, parklarda…
Sevgililer baş başa, muratlarına ermiş.
Çocuklar el ele, bir halka oluvermiş.
Ziya Osman Saba duraksız hece veznini denediği şiirlerinden birindeyse, yakasını bırakması için hayata seslenir:
Kanat
Ey gözlerden saklı tabiat.
Beklemek neye yarar? - Rüzgar,
Mesafeleri içime dök!
Gideyim bırak beni hayat,
Gideyim ... Tren, gemi, kanat...
Eşi Rezzan Saba için yazdığı şiir ise şöyledir:
YETİŞİR
Beni hatırladıkça,
Arasıra gönlümü al.
Sokakta görünce,gülümse,
Yanıma yaklaş,
Az elin elimde kal.
Evine misafir geleyim,
Kahvemi sen pişir.
Taze doldurulmuş sürahiden
Bir bardak su ver
Yetişir...
Meşhur 'Nefes Almak' kitabına gelince... Eşi Rezzan Saba'dan dinleyelim:
"Ziya'nın şiirlerinde daima hayat vardı. Yaşadığı hayat vardı. Mesela 'Sizler İçin' diye yazdığı şiiri çok beğenirdi. Bunu ilk kriz geçirdiğinde, nefes almanın ne olduğunu anladığı için yazdı. 'Reza herkes nefes alır ama kimse bunun farkında değil'" dedi.
'Nefes Almak'... Nefes almak bir nimet tabii. Bu şiir, günlük hayat içinde bunu fark etmemizi sağlıyor. Ziya Osman Saba, şiir kitabına bu adı verdi ve şu dizeleri yazdı:
NEFES ALMAK
Ah, bütün sevdiklerim, her şey, herkes...
Anlıyorum, birbirinden mukaddes,
Alıp verdiğim her nefes.
Ziya Osman Saba efendi, kibar, alçakgönüllü ve utangaçtı. Bugün bu yazıyı yazdığımızı bilse mutlaka yanakları kızarırdı. O, insanlar arasında yaşamak güçleşince, sessiz, sade, sevimli şeyler bulmaya can atardı. Kalabalığı sevmezdi, kaçardı. Çok sevdiği İstanbul sokaklarında uzun yürüyüşlere çıkardı. Bu yürüyüşlerde sevdiği arkadaşları olurdu yanında. Kimi zaman sessiz, kimi zaman bir-iki cümleli sohbetler geçerdi aralarında. İşte o yürüyüş arkadaşlarından biri olan Oktay Akbal anlatıyor:
"Parka dolaşmaya çıkardık. İstanbul'u çok seven bir şairdi. Burada doğmuş büyümüş. Denizi seyretmeyi, Kız Kulesi'ne bakmayı ve geçmişe dalmayı severdi. Oturur konuşurduk. Öğle paydosları 1-1,5 saatten fazla sürmüyor. O saati 1 dakika bile geçirmezdi, illa ki 1.30'da masasında olacak. Vazifesine bu kadar düşkün bir insandı. Üstelik o görev de kendisinin bilgisine, eğitimine, öğretimine de uymayan bir görevdi ama Ziya Osman Saba ihtiraslardan arınmış bir insandı. Onun gibisine ben bir daha rastlamadım, rastlayamayacağım. Bir yazımda 'Aramızda bir ermiş yaşadı' yazmıştım. Hakikaten başka türlü bir insandı. Her türlü çıkar hesaplarından uzak... Yeryüzündeki payının en küçük olduğuna nedense inanmıştı. Halbuki iyi bir tahsil görmüştü, her şey olabilirdi."
Ziya Osman Saba 1910 yılında İstanbul'da, Beşiktaş'ta doğdu. 1927 yılında ilk şiiri basıldı. 1 yıl sonra Servet-i Fünun dergisinde şiir yazan diğer arkadaşlarıyla 'Yedi Meşale' adlı ortak bir şiir dergisi çıkardılar. Sabri Esat, Cevdet Kudret, Vasfi Mahir, Yaşar Nabi, Muammer Lütfü, Ziya Osman Saba ve Kenan Hulusi, sonrasında 'Yedi Meşaleciler' olarak bilindiler. 1931 yılında Galatasaray Lisesi'ni bitiren Ziya Osman Saba, bir süre sonra evlendi. 1936 yılında İstanbul Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Bir bankada çalıştı. Bu arada ikinci evliliğini yaptı. Ayrıca MEB büro şefliğinde bulundu. Arkadaşlarıyla birlikte yazı yazdığı Meşale dergisi kapandıktan sonra, ilk sayısından başlayarak Varlık Dergisi'nde yazmaya başladı. Dergide şiir yanında düz yazılar da yazıyordu. Bu arada yakın arkadaşı Cahit Sıtkı da aynı dergide çalışıyordu. Ziya Osman Saba yazılarını, 'Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi' ve 'Değişen İstanbul' adlı kitaplarda topladı. 1943'te 'Sebil ve Güvercinler' kitabını çıkardı. Bunların yanı sıra 'Geçen Zaman' ve 'Nefes Almak' adlı iki şiir kitabı daha var. 'Nefes Almak', onun isteği üzerine ölümünden sonra basıldı. Ziya Osman Saba bu kitabının kapağına, "1947-19.." diye yazmış. "Saati çalınca gelir sıram" demişti ya, ikinci tarihi açık bırakmıştı...
Kalbi önce 1953'te çırpındı, sonra 1955'te "Dikkat Ziya!" dedi. 1957'de geçirdiği üçüncü krizde, 29 Ocak'ta kalbi, gönlüyle birleşti.
SİZLER İÇİN
Sizler okuyasınız diye bütün bu yazdıklarım,
Bu kelimeleri yanyana,
Satırları alt alta getirmem,
Geçip karşısına sonra
Ya kahrolmam, ya sevinmem,
Sizler için bütün didinmem...
Sizler, garip şiirimi okuyanlar,
Duyduklarımı duyanlar,
Sözüm yok ölmüşlere ama,
Gülecek benim gibi, benim gibi ağlayacaklar,
Benden sonra da yaşıyacaklar!
Sizler için her şeye sırt çevirmem,
Şu evim, işim, şu fakirliğim,
Yok bileklerimde altın bileziğim,
Ben para kazanmasını bilmem,
Yalnız parmaklarımda bir kalem,
Umutlu, umutsuz, kara haber, müjde,
İnilti, çığlık, ne dersen de,
Yavaş yavaş, azar azar,
Gücümün yettiği, dilimin döndüğü kadar,
Sizler için, ettiğim bütün lâflar...