Geri Dön
The Survival Of Kindness: 'İnsanlık Ölmedi' evet ama öyle pek de ayakta değil!

The Survival Of Kindness: 'İnsanlık Ölmedi' evet ama öyle pek de ayakta değil!

Avustralya yapımı 'The Survival Of Kindness', bu yıl Berlinale'de kazandığı FIPRESCI Ödülü'nden sonra İstanbul Film Festivali'nde karşımıza çıkarak sinemaseverlerle buluştu. Diyalogsuz olmasından minimalliğine, son saniyeye kadar merak uyandıran temposundan tıkır tıkır işleyen senaryosuna 'The Survival Of Kindness' şimdiden yılın en güçlü filmlerinden biri olmayı başarıyor...

Mayk Şişman
Mayk Şişman

Avustralya yapımı 'The Survival Of Kindness' (Türkiye'deki gösterim adıyla 'İnsanlık Ölmedi') İstanbul Film Festivali kapsamında sinemaseverlerle buluştu. Berlin'den FIPRESCI Ödülü'yle dönen 'The Survival Of Kindness' 96 dakika boyunca tek bir diyalog bile barındırmıyor ve daha da önemlisi bir başka yönetmenin elinde ciddi handikapa dönüşecek 'diyalogsuzluk'u önemli bir avantaja çeviriyor. Berlinale'de ana yarışmada yarışan ve birçok kişinin dikkatini çeken filmde çölün ortasında bir kafesin içinde terk edilen 'Siyah Kadın'ın hikâyesine tanıklık ediyoruz. Bir yandan hayatta kalmaya çalışan 'Siyah Kadın'ın tanık oldukları, yaşadıkları, başına gelenler filme her ne kadar en başlarda korku/gerilim unsuru katsa da dakikalar ilerledikçe filmin temel meselesinin aslında tam olarak ne olduğunu anlamaya başlıyoruz. Odak noktasını 'ırkçılık' üzerine inşa eden 'The Survival Of Kindness' her ne kadar hikâyesini siyahi bir kadın üzerinden aktarsa da aslında en temelde hepimizi, hayatın ta kendisini ilgilendiriyor. 'Bembeyaz bir dünyada yeterince beyaz olamayan' herkesi payına ortak eden, en temelde yalnızca 1-2 kriter haricinde aslında birçoğumuzun bu dünyada 'Siyah Kadın' olduğunu, aslında gayet 'öteki' olduğumuzu hatırlatıyor.

Haberin Devamı

The Survival Of Kindness: İnsanlık Ölmedi evet ama öyle pek de ayakta değil

Sadece yıkımı değil dönüşümü de anlatıyor

'The Survival Of Kindness', özellikle kendisine benzemeyen herkesi kafadan düşman ilan eden birilerinin dünyasında bizleri distopik bir yolculuğa çıkartıyor. Mantıktan yoksun nefretin, hoşgörüsüz bir dünyanın ne kadar vahşi olduğunu sert bir atmosfer eşliğinde bizlere aktaran 'The Survival Of Kindness' soluksuz izlenen ilk yarıdan sonra ikinci yarıda tabiatı gereği biraz sarsılıyor. Özellikle sonlara doğru biraz fazla tekrarlarla izleyiciye "Şaşıracağınız bir final hazırlığındayım" dedirten film, akılda kalan ve izleyicilere "Nasıl yani?" dedirten finaliyle akıllarda kalmayı başarıyor. Avustralyalı Rolf de Heer'in son filmi olan 'The Survival Of Kindness' her şeyden önce minimalist yapısı ve tıkır tıkır işleyen senaryosuyla göze çarpıyor. Yönetmenin tek bir anı bile boş yere kullanmadığını hissettirdiği filmde özellikle vurgulanmak istenen mesaj yalın ve etkileyici bir şekilde seyirciye aktarılıyor. Irkçılığın, nefretin, öfkenin bir yandan tüm bunlara maruz kalanlarda nasıl bir yıkım yarattığını aktarsa da yalnızca bununla sınırlı kalmıyor aynı zamanda o yıkım haricinde 'biz kurbanlar'ın nasıl dönüşümler içinde olabildiğimizi de mercek altına alıyor. Filmin en büyük artı puanı da tam olarak burada başlıyor.

Haberin Devamı

The Survival Of Kindness: İnsanlık Ölmedi evet ama öyle pek de ayakta değil

'Yeterince beyaz' olmadığımızı idrak etmek bu kadar zor olmamalı

Negatif bir durumla karşılaşıldığında önce şok duygusu ele geçiriyor bizi. Ardından bulunulan konumu ya da durumu kabul süreci başlıyor ve hemen akabinde de bu negatif durumu aşmak için çaba göstermeye başlıyoruz. Çölün ortasında bir kafese kapatılan 'Siyah Kadın' da tam olarak bu aşamalardan geçiyor. Yönetmen, çöl ya da kafes gibi metaforlarla konumuzun yalnızca bir kadının çölde terk edilmesi olmadığını aslında bu sembollerin hayattaki yolculuğumuzu ya da kapana kısılmışlığımızı en yalın şekilde bizlere gösteriyor. Karakterimizin yaşadığı dönüşüm öylesine gerçekle uyumlu ve hafızalara kazınacak cinsten ki karakterimizle empati kurmamak -son sahneye kadar güç- bir durum. İzleyiciye karamsar gözüken final sahnesi ise ancak hayatın tam olarak ne olduğunu kavramaya çok yakın olanlar tarafından pozitif bulunabilecek bir gerçekliğe sahip. Toplum içinde yaşadığımız 'şişkin ve kalabalık' halimizden biraz sıyrıldığımızda ve kendimizi sevip saydığımızda aslında tam olarak 'Siyah Kadın' gibi davranmamızın gerçeğe daha yakın olduğunu hatırlıyoruz. Neden bu dünyada olduğumuzu bilmiyoruz ve yaşıyoruz. Herkes bir anlam arayışında. Kimi buluyor, kimi arayışını sürdürüyor. Herkesin hayatı birbirine yakın olsa da 'dönüşüm yaşı' farklı. Bu da bizi ayrıştırıyor haliyle. Ancak son tahlilde varacağımız nokta ortak. Evet, sonunda hepimiz kaybedeceğiz bu oyunu. İyi de kaybedileceğini bildiğimiz bu oyunda nasıl yaşayabileceğimiz gerçekten bir başkasının elinde mi yoksa biz aslında istesek kendi seçimlerimizle hareket edebilir, dünyanın yüzde 1'i olmadığımızı hatırlayarak bireyselliğimizi başkalarının oyununda dahi oynayabilir miyiz? Böyle bir dünyada 'yeterince beyaz' olmadığımızı idrak edebilmek için illa Afrika kökenli mi olmamız gerekiyor? Başladığımız ve bittiğimiz nokta birbiriyle aynı olsa dahi aradaki o koca ömür, o yaşanmışlık bizi asla 'eski biz' yapmıyor. Her yaşadığımız tecrübe aslında kendimize varmamıza giden bir yol. Evet bu dünyada 'İnsanlık Ölmedi', bunu filmde de görüyoruz. Ama yeterince ayakta olmadığı da ortada. En başta bize dayatılan kuralları aşmaya çalışıp hayatın içine karışsak da son tahlilde varacağımız nokta o duvarları bu kez kendimize bilerek, isteyerek inşa etmek ve ancak tecrübe kazandıktan sonra mesafeyi korumak. Tecrübe etmeden, yaşamadan olmuyor elbette... 'The Survival Of Kindness' çok farklı okumalar yapılabilecek, güçlü bir senaryoya sahip. Yönetmen minimalden maksimale nefis bir anlatı ortaya koyuyor. Gücünü yalınlığından ve gerçekliğinden alan 'The Survival Of Kindness' mutlaka keşfedilmesi gereken, yılın en sağlam işlerinden biri.

Haberin Devamı

 

twitter.com/mayksisman
instagram.com/mayksisman
youtube.com/mayksisman
can.sisman@milliyet.com.tr

Benzer İçerikler