Sick Of Myself: Bile isteye kurban konumuna geçen bir 'İlgi Manyağı' durdurulabilir mi?
Geçen yılın sürpriz filmlerinden 'The Worst Person In The World'le Norveç sinemasına hepimiz algıda seçiciydik. Bu yıl Norveç'ten çıkan en güçlü iş olarak dikkat çeken 'Sick Of Myself', 21'inci yüzyılda insan ilişkilerini zedeleyen 'ilgi manyağı olma' ya da 'kendini kurban olarak konumlandırma meselesi'ni oldukça güçlü bir şekilde alıyor ve bizi çarpıcı sonda neler olabileceğine hazırlıyor.
Norveç edebiyatı kadar Norveç sineması da son dönemin en dikkat çeken işlerini üretmeye devam ediyor. 'Çok satanlar' okuyucusu ile nitelikli edebiyat okuyucusu arasında köprü kuran ama nitelik-nicelik dengesini korurken yönünü hakikate, temele çevirdiği için 'Son' tahlilde, 'Son' ciltte hem popüler hem de nitelikli olabilmeyi başaran Karl Ove Knausgård'ın 'Kavgam' serisi Türkiye'de oldukça sağlam bir hayran kitlesine sahip. Norveççeden Türkçeye hatırı sayılır bir miktarda çeviri yapıldığını da hatırladığımızda durum elbette sevindirici. Benzer tablo son dönemde sinemada da karşımıza çıkıyor. Her ne kadar Oscar'ın 'Uluslararası Film' kategorisinde Kuzey Avrupa'dan özellikle Danimarka yarışmanın gediklisi olsa da Norveç yapımı filmler çok daha fazla izleyiciye temas ediyor, konuşuluyor ve hatırlanıyor. Bunun son örneğini geçen yıl 'The Worst Person In The World'le (Türkiye'deki adıyla 'Dünyanın En Kötü İnsanı') görmüştük. İstanbul'da haftalarca gösterimde kalan film her ne kadar bir başyapıt mertebesinde olmasa da 'değen' bir iş olduğu için birçok kişinin 'Kuzey Avrupa sakinliği ve minimalliği aşkı'nı depreşmişti. Başroldeki Renate Reinsve'ye Cannes'dan 'En İyi Kadın Oyuncu' kazandıran film, Akademi Ödülleri'nde de yalnızca 'En İyi Uluslararası Film' dalında değil 'En İyi Orijinal Senaryo' kategorisinde de adaylık kazanmayı başarmıştı. Doğal olarak Norveç'ten bu yıl gelecek büyük işe karşı algıda seçiciyken Cannes'ın 'Un Certain Regard' seçkisinde karşılaştığımız 'Syk Pike / İlgi Manyağı' ya da İngilizce adıyla 'Sick Of Myself' beklentilerimizi bir hayli yükseltmişti. Norveç'in Oscar aday adayı olarak son 3'e kalan 'Sick Of Myself' son anda adaylığı 'War Sailor'a kaptırmıştı. Ancak fragmanı yayınlandığında filme olan ilgi tekrar artmış ve birçok izleyici filmi Türkiye'de vizyona girmeden önce Filmekimi vesilesiyle izlemişti.
Bir sarmalın içine giriyor, oradan oraya sürükleniyor
Yönetmenliğini Kristoffer Borgli'nin yaptığı 'Sick Of Myself', her ne kadar tat olarak 'The Worst Person In The World'e yakın dursa da ve geçen yıl sürpriz hit'inin izleyicisi tarafından kolaylıkla kabul görecek olsa da tür olarak elbette çok daha farklı bir tonda ilerliyor. 'Sick Of Myself' her şeyden önce rahatsız edici bir film. Ama bu rahatsızlık verici durum tamamen işin psikolojik kısmı elbette. 21'inci yüzyılda yüksek doz tüketici bireyler olduğumuz bu dijital çağda henüz çok ya da yeterince dillendirilmese de insan ilişkilerinde ciddi bir problemimiz var aslında. Nedir bu? 'Kurban olma' hali elbette. Kendini 'kurban' konumuna oturtan ya da bile isteye kurban konumuna geçen bu kişi, filmin Türkiye'deki vizyon adıyla 'İlgi Manyağı' bir canavara dönüşüyor ve bu öyle bir yol ki tıpkı kendisine "Çapa'nın gururu" şeklinde bir çelenk yolladığı ortaya çıkan tırnak içinde doktor, tırnağı anlamayanlar için sahte doktor Ayşe Hanım gibi örneklerle öyle bir sarmalın içine giriyor ve oradan oraya sürükleniyor ki asla çıkış bileti bulamıyor. 'Sick Of Myself' girilen o hem güldüren hem de korkutucu adeta grotesk sarmalı öyle muazzam bir şekilde aktarıyor ki tek yaptığınız şey hayranlıkla yönetmenin minimal dokunuşlarını takip etmek. Güldürüyor, "Bu kadarı da olmaz" dedirtiyor, hatta yer yer absürtleşebiliyor. Ama hiçbir anında bile acı ama doğru, hiçbir şekilde gerçekliğin dışına çıkmıyor. Çünkü göz önünde olanların dünyasında aslında sanılanın aksine başroldeki kadın karakterimizin hayatına çok yakın yaşamlar var ama bu elbette komplo teorilerinin aksine bir genelleme yapılabilecek düzeyde değil. Sadece yeterince araştırırsanız aslında 'Sick Of Myself'teki kahramanımız Signe'nin ne kadar da gerçekçi bir karakter, yönetmen Borgli'nin de ne kadar zeki bir yönetmen olduğunu rahatlıkla fark edebilirsiniz.
Elbette bu 'taçsız'lığın da bir anlamı var
Tamamen ilgi delisi olan sevgilisinin gölgesinde kaldığını hisseden kadın karakterimizin zedelenen özgüvenini kendine bile isteye fiziksel zarar vermesiyle gelişen hikâyede çıkışsız yolun sonunda neler olabileceğini, karakterimizin tam olarak nereye varacağını takip ediyoruz. Çevremizde de sayıca çok olan ilgi delisi kişilerin tam olarak nasıl bir 'durdurulması güç' bir psikoloji içinde olduklarını gözlemliyoruz. Tabiat gereği ilk etapta çekici bulunan ama her daim daha sonra pabucu dama atılan ve gölgede kalınmaya mahkum olunan bu durum bizlere yakın çevremizdeki kişileri dikkatli izlememizi sağlıyor. Göz önünde olanlar haricinde en yakınlarımızın bile çoğunlukla hastalıkla ya da sürekli mağdur olduklarını iddia etme halleriyle bizleri nasıl manipüle etmeye çalıştıklarını gördükçe 'Sick Of Myself' de elbette çok daha başka bir noktaya konumlanıyor. Tüm bu psikolojik boyut haricinde birçoklarımızın Kanadalı yönetmen David Cronenberg'le aşina olduğumuz 'body horror', ya da henüz pek de oturduğunu düşünmediğim Türkçe karşılığıyla 'vücut korkusu' eşliğinde 'Sick Of Myself' güçleniyor. Buna bir de bir başka açıdan baktığımızda tüketimin veya sistemin içinde fazlasıyla sıkışmış bir halde kalmanın bizi nereye sürüklediğini de görmemiz eklendiğinde Borgli'nin yapmaya çalıştığı her şey daha da anlam kazanıyor. Tek kusuru özellikle ikinci yarıda şaşırtıcı bir şekilde yer yer monotonlaşması olan film, yeterli ve doyurucu final anıyla birlikte yılın iyi işlerinden biri olmayı başarıyor. 'Sick Of Myself', herhangi bir şeyin sarmalının içine girip boğulanların psikolojisini irdeleyen, muazzam gözlemleriyle ince bir iş ortaya koyan, yıllar sonra da mutlaka er ya da geç hatırlanacak güçlü bir film. Üstelik belki de bir milat. Kurban-mağdur psikolojisi üzerine eğilen filmler olsa da 'Sick Of Myself' kadar minimalliğiyle devleşen bir filme az rastlamıştık. Sonunda insan ilişkilerini zedeleyen bu meseleye dair bir şeylerin söylenmesi geleceğe dair üretimler adına da ümit verici. İşte 'Sick Of Myself' Cannes'da yalnızca seçki filmi olsa da, Oscar'da ülkesinin aday adayı olarak seçilmese de bütün bu 'taçsız'lığın da elbette bir anlamı var.
twitter.com/mayksisman
instagram.com/mayksisman
youtube.com/mayksisman
can.sisman@milliyet.com.tr