Sait Faik Abasıyanık neden öldü?
"Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak herşey" diyen çok değerli Şairimiz Sait Faik Abasıyanık'ın aynı zamanda ne kadar da ''insan'' olduğunu anlatmak üzere, tüm gerçeklere ve çok bilinmeyenlere gelin hep birlikte Molatik olalım.
Duygularım tazeyken, gördüklerimden ve duyduklarımdan bu kadar etkilenmişken, adadan eve gelir gelmez dökmek istedim duygularımı yazıya. Eve geldim fakat ruhum hala Burgazada'da, Sait Faik'in odasında yazıyor gibiyim. Bilmiyorum, ben mi eskilere dönüp, etkilenip o yıllara kalbimi bırakıyorum? Her adanın kendine has bir ruhu, dokusu, yaşanılmışlığı vardır ancak nedense Burgaz'dan kopamıyorum. 2 sene önce gitmiştim en son, 2. kamp deneyimimi yaşayıp çadırda harika bir hafta geçirmiştim. Az çok keşfetmiştim aslında o zaman Burgazada'nın güzelliklerini, halkını, tabiatını ama en önemlisini atlamışım meğer. Geç bilgi sahibi olsam da iyi ki diyorum. Türk edebiyatının en değerli isimlerinden; Sait Faik Abasıyanık'ın müzesini ne yazık ki geç keşfetmiştim. Acaba nereden nasıl başlasam diye de düşünmüyor değilim, diyorum ya, ''Ben fazla etkileniyorum sanırım geçmiş hikayelerden, yaşanılan hayatlardan'' diye.
Bugün müzede gördüklerimden sonra, öğrendim ki; Türk edebiyatından daha fazlasıydı Sait Faik! Hayvan sevgisi, anne sevgisi, doğa sevgisi, gerçek bir insanda olması gereken her şey. Ki bir şair olarak fazlası vardı, o duygular o yazılar o şiirlerin hepsi her kalemi hissedilerek yazılmıştı. Beni de etkileyen buydu aslında; yaşanılmışlık!
Müzede neler vardı?
Kendini kapadığı, dört duvar arasında yazılarını yazdığı o esrarengiz odası, yatağı, yatak başında duran su şişesi, pijaması, elini yıkadığı porselen kaseleri, mektupları, karalama yazıları, kitapları, dergileri, koltuk, masa vs. kısaca yaşamın olduğu bir evde olması gereken her şey o yıllardan bugünümüze gelmiş! Müzede en çok hoşuma giden şey ise; 3 katlı köşkün her katında her odasında sıralama ile Sait Faik Abasıyanık'ın kendi hayatının anlatıldığı yazılarının bulunmasıydı. Hepsini ilgiyle okudum ve bunları size aktarabilecek kadar yeterli bilgiye sahip olabildim.
Edebiyatım tüm eğitim öğretim hayatım boyunca hep iyiydi, hep başarılıydım. Tüm şairleri tanır bilir, okurdum lakin yaptırılan ezberler harici, bizzat hayatlarına dokunmak, o evin enerjisini almak inanın bambaşkaymış. Hayran olmanın dışında, bana kattığı izlenimin değeri çok daha büyük bence.
Hayran bırakan sevgi
Ben de annesine düşkün biri olarak, beni en çok etkileyen yanlarından biri de annesine her şeyden daha çok değer vermesi, hiç yanından ayırmaması ve ölene kadar annesi ile yaşamayı sürdürmesi oldu. Burgaz Adası'ndaki balıkçılar ve esnafla zaman geçirdiği gibi, köşkte geçirdiği her zaman onun için çok değerliymiş. Yeri geliyor esnafla geziyor, yeri geliyor köşkte odaya kapanıp yazılarını yazıyormuş. Arap ve Panco adında iki köpeği varmış ve günün neredeyse tamamını onları da yanından ayırmıyormuş. İçinde bu kadar insan, hayvan, doğa sevgisi olan birisi zaten o duygu yüklü yazıları şiirleri nasıl yazmasın değil mi? 1938 yılında, babası Burgaz Adası’nda, Çayır Sokak 15 numaradaki köşkü satın almış ve aile bu köşke taşınmış. Mehmet Faik Bey, 29 Ekim 1938'de bu köşkte, yakalandığı ağır bronşitten kurtulamayarak ölmüş. Sait Faik, babasının ölümünden sonra kışları Nişantaşı'ndaki apartmanlarında, yazları ise Burgaz Adası'nda yaşamaya başlamış. Ölene kadar da bu böyle devam etmiş.
Bir yandan da Sait Faik'in psikolojik özelliklerine dair bir deneme yazan Fikret Ürgüp, annesinin ilgisinin ve babasının aşırı ilgisizliğinin oluşturduğu iç çatışmalar ile yazarın, "çekingen, kendisini çevresinden ve kendisinden gizleyen, anlamak ve anlaşılmak istemeyen" bir kişiliğe sahip olduğunu yazmış ve ayrıca, Sait Faik'in hayatı boyunca koruyan annesinin aynı zamanda yazarın kendine olan güveninin gelişmesine engel olduğunu iddia etmiştir. Anneye olan düşkünlüğü kimine göre yanlış kimine göre doğru olsa da ne olursa olsun aralarındaki güzel ilişki beni yeterince etkiledi!
Hastalığını kendi bile kabul etmedi!
Siroz hastası olduğunun ortaya çıkmasından sonra ömrünün son on senesinin çoğunu adadaki köşkte annesiyle birlikte geçiren Sait Faik'in hayatının bu kısmı da ayrı üzücü bence. Yıllarca korkusundan doktorlardan kaçıp, tedaviyi geciktirip ölümü beklemiş adeta. Yazara, 1948 yılında siroz teşhisi konmuş. Hastalığın belirtileri 1947 yılında ortaya çıkmış. Sait Faik'in amcasının oğlu Mustafa Raşit Abasıyanık'ın söylediğine göre 1947 yılında, burnundan ara sıra kan gelmeye başlayan Sait Faik, aynı zamanda yazar da olan doktor arkadaşı Fikret Ürgüp'e muayene olmuş ve karaciğerinin büyüdüğü ortaya çıkmış. Bunun üzerine çok düşkün olduğu içkiyi kesip perhize başlamış. Arada sırada gelen sıkıntıları ve tehlikeli krizleri de bu yolla atlatmaya çalışmış. Sık sık doktorlara da görünmesine rağmen hastalığının kötüye gitmesi üzerine 1951 yılında Fransa'ya gidip orada tedavi olmaya karar vermiş.
31 Ocak 1951'de gittiği Paris'te sadece beş gün kalıp, İstanbul'dan uzakta öleceği ve tedavinin ağırlığının korkusu ile geri dönmüş. Sait Faik, daha sonra amcasına yazdığı bir mektupta geri dönüş sebebini doktorlarla olan konuşması ile hastaneye yatması kararı verildikten sonra düştüğü panik ve yaşadığı kriz olarak açıklamış. Paris'teki doktorlar, Sait Faik'e ciğerinden parça almaları gerektiğini söyleyince yazar paniğe kapılmış ve Fransa'dan döndükten bir hafta sonra pişman olmuş. Annesinin de baskısıyla Paris'e tedavisine geri dönme arzusunu ölene kadar muhafaza etmiş. Tedavi olsaydı yaşayacak mıydı daha da cidden?
Erken yaşta kaybettik
Erken yaşta koca bir değeri kaybetmişiz. Nasıl mı?
23 Ocak 1953'te Paris'e gidebilmek için bir kere daha pasaport almış. Ama bu pasaportu hiç kullanamamış. Ölümünden kısa bir süre önce yazarla Burgaz Adası'nda karşılaşan Nurullah Ataç, Sait Faik'i "dudakları büsbütün incelmiş, kupkuru ve benzi sapsarı" bulmuş. ''5 Mayıs 1954 günü yemek borusu kanaması nedeniyle komaya girdi. Doktor Ahmet Erbelger tarafından acilen Şişli'deki Marmara Kliniğine kaldırılmış. Beş gün süren krizler nedeniyle yazara kan verilmesi de gerekmiş. Yapılan bütün müdahalelere rağmen, 10 Mayıs'ı 11 Mayıs'a bağlayan gece saat 02.35'te aynı klinikte ölmüş. 12 Mayıs 1954 günü saat 11.00’de Sait Faik’in naaşı Marmara Kliniğinden alınarak Şişli Camii'ne getirilmiş. Burada kılınan namazın ardından Zincirlikuyu mezarlığına defnedilmiş. ''
Köşk annesinin sayesinde müze olmuş!
Annesi Makbule Hanım, Sait Faik'in 11 Mayıs 1954'te ölümünden sonra, 8 Kasım 1954'te hazırladığı vasiyetinde malvarlığının çoğunu ve yazarın eserlerinin telif hakkını cemiyete bırakmış. Bu vasiyetnamenin bir maddesinde, her sene dönemin ileri gelen edebiyat ustalarından oluşacak bir jürinin, o sene içerisinde yazılmış en iyi öyküye Sait Faik ve Makbule Abasıyanık Hikâye Mükafatı'nı vermesi yazıyormuş. Ayrıca öldükten sonra köşkün müzeye çevrilmesi en büyük vasiyetiymiş.
Müze 22 Ağustos 1959 günü açılmış. Ücretsiz olarak hizmet veren müze Çarşamba, Perşembe, Cuma ve Cumartesi günleri 10.30-17.00 saatleri arasında ziyaret edilebiliyor.
Sait Faik'in dediği gibi;
"Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey"