'Magnetic Fields': Aslında 'Manyetik Alan'da içten olabilmek o kadar da büyük bir delilik değil!
Yunanistan'ın Oscar aday adayı olarak seçilen 'Magnetic Fields' hemen yanı başımızdaki 'komşu'muzdan muazzam bir modern dünya eleştirisi olarak göze çarpıyor. Doğanın gücünü görebilmek, özümüze yakınlaşabilmek için illa yollar, köprüler, hatta tüm o insan eliyle koyulduğunu hissettiren kuralların çökmesi mi gerekli? İçinden geldiği gibi davrananlar mı deli yoksa asıl problem bizlere şekilci ve kuralcı yaklaşan ve ahlaksızlığını içten içe gayet iyi bildiğimiz sistemin kendisi mi?
Bu yıl Yunanistan'ın Oscar aday adayı olarak seçilen 'Magnetic Fields' (Türkiye'deki adıyla 'Manyetik Alan') İstanbullu izleyiciyle buluştu. Selanik Uluslararası Film Festivali'nden ödülle dönen 'Magnetic Fields' aynı zamanda 1986 doğumlu Yorgos Goussis'in de ilk uzun metrajı. Goussis'in henüz ilk filmiyle ülkesinin Oscar aday adayı olarak seçilmesi, Selanik'ten ve Helen Sinema Ödülleri'nden ödülle dönmesi elbette karşımızda heyecanlı takip edebileceğimiz yeni bir yönetmeni de müjdeliyor. Yakın dönemde Yorgos Lanthimos'la beraber tüm dikkatleri üzerine çeken 'komşu'dan yeni bir keşif yapmak isteyenlerin imdadına yetişen Yorgos Goussis bizleri drahmi yerine euro kullanan 'post-modern Yunanistan'daki bir adaya götürüyor. Tek başına seyahat ederken bir feribota binerek keşif yapmaya karar veren Elena ile elinde teyzesinin kemikleriyle yolculuk yapan Antonis'i izlediğimiz film, 'yalnızca bir yol filmi' olmanın ötesine geçerek yalnızca bir aşk filmi değil aynı zamanda alttan alttan 'sistem'e ve 'güncel'e dair her ne varsa bunu politik çizgiden çok insan doğasındaki tırnak içinde delilikle birleştiriyor. İçinden geleni dışarıya filtresiz yansıtanların 'deli' olarak kabul edildiği bu sistem içerisinde kurallar içinde boğulmuş bizlere içteni, doğayı, kurduğumuz sistemin ve teknolojinin manyetik alanla, 'öz'ün ta kendisiyle şekillenebildiğini gösteriyor. Bütün bunları minimal bir anlatıya sığdıran Yorgos Goussis, tüm tercihleriyle iyi bir 'yönetmen filmi' ortaya koyuyor.
İlla yollar, köprüler mi çökmeli?
Paranın ve kuralların bizleri 'öz'den uzaklaştırdığına, sahip olduğumuz maddi birikimlerimizi ihtiyacı olan birilerine vermenin ne derece delilik olabildiğine, romantizm ya da aşkın fiziksel teması gerektirip gerektirmediğine tadımlık dokunuşlarla değinen 'Magnetic Fields' özellikle MiniDV kasetlerle çekilmesi sebebiyle kullandığı renklerle de bu dönemin filmi olsa da zamansız olabilmeyi başarıyor. En büyük başarılarından biri ise yerelliğiyle evrensel olabilmesi. Aslında son derece günümüz Yunanistan'ından bir portre ortaya koysa da gördüğümüz tablo, dünyanın pek çok yerinde hüzünlendiren, güldüren ama uçlardan çok ara hislerle seyirciye ulaşan bir noktada. Çizgi olarak 90'ların meşhur 'Before Sunrise'ını anımsatan 'Magnetic Fields', seyirciyi mest etme gibi bir amaç gütmeden tüm sakinliğiyle yakalıyor izleyiciyi. İnsanlar tarafından koyulan kurallara ölen bir kişinin kemiklerinin bile dahil edilebildiği bir sistemde herhangi bir küçük adada dahi prosedür zincirine toslayabiliyorsak ve istediğimiz şeyi istediğimiz şekilde yapamıyorsak ne denli özümüze yakınız? Üstelik kullandığımız kamera bile manyetik alanlardan etkilenebilirken, doğanın gücünü görmemiz için illa yapılan yolların çökmesine mi şahit olmalıyız? İlla karşımıza adeta Türkiye'den kopup gelmiş bir dayı komikliğinde bir adam mı çıkması gerekiyor? Doğa her zaman galip gelecek, bizler yalnızca düşünebilen ve konuşabilen, kendinden güçsüz olanları ezmeye çalışanlara doğru yolu göstermeye çalışan alt tarafı canlılarız. Hikâyenin sonunda o ağaçlar kalacak, bizler tahrip ettiklerimizle anılacağız.
Yıllar içinde kültleşeceği ayan beyan ortada
'Magnetic Fields' majör bir film olma iddiası gütmeden insan doğasına, 21'inci yüzyıl modern hayatın tıkandığı noktalara ayna çeviriyor. Sorun ne Yunanistan ne de başka bir yer. Sorun benzer. İnsan elinden çıkmış olabilme ihtimali hayli kuvvetli olan ve bir kez olsun kağıda döküldükten sonra kulaktan kulağa, nesilden nesile ulaşan o meşhur kuralları bile aslında sorgulamamızı sağlıyor. Böylesine kuralcı, şekilci bir dünyada ölen bir kişinin kemiklerini bile istediğimiz yere gömemiyorsak, dünyada karışıklık olmasın, düzen olsun diye verilen onca çabalarda insanların yaşamlarına son verdiği ya da saf ve temiz hislerinin suistimal edildiği, ahlak çizgisini ağzından düşürmeyenlerin aslında en büyük ve asıl gerçek ahlaksızlıklara imza attığı bir dünyada 'deli' olarak görülmek gerçekten problem mi mesela? Elena ve Antonis'in tek bir dudak dudağa teması olmadan kurabildikleri köprü aslında her şeyin özeti değil mi? Deli deliyi mi çekiyor yoksa aslında kuralların bizi şekillendirdiği bir dünyada yapılanlar mı delilik? Aslında özümüz sevgi, güzellik, içtenlik ve doğallık da tüm bu şekilci dünya mı koca bir delilik? Gerçeği görmek için doğaya bakmak, matematikteki eksi ve artıları düşünmek, manyetik alanın artı ve eksi kutuplarını fark edip yalnızca iyilik-kötülük çizgisinden baksak hayata mesela? Daha barışçı bir dünya inşa edemez miyiz? Bizi hizaya getiren tüm o görece fazlalık/zenginliklerin etiketlenmesi dönemi bittiyse şayet artık biraz daha içtenliğe mi odaklanabilsek? Hiç tanımadığımız birine arabamızı bedavaya verebilsek? Sevdiğimizin birinin kemiklerini istediğimiz bir yere gömebilsek? Sevgi ve iyiliğe inanmak için bu kadar kural ve korkuya boğulmamıza sahiden gerek var mı? 'Magnetic Fields' sağlam bir ilk film. Yıllar içinde kültleşeceği ve gerçek değerini göreceği ise ayan beyan ortada. Tabii o kadar geç kalmaya gerek yok. Komşumuz Yorgos Goussis tüm yalınlığıyla koca bir bakış açısı sunuyor bizlere. Kayıtsız kalarak en fazla kendinize kötülük yapıyorsunuz. Halbuki hepimiz bebektik ve gözlerimizi iyilikle açtık bu dünyaya.
twitter.com/mayksisman
instagram.com/mayksisman
youtube.com/mayksisman
can.sisman@milliyet.com.tr