Ercan Kesal Yazdıklarım anı değil, muhabbettir
Ercan Kesal'ın son kitabı 'Kendi Işığında Yanan Adam', Türk sinemasının efsane yönetmeni Metin Erksan'ın hayatını ve en insani yönlerini, yalın bir dille okura sunuyor. Ercan Kesal'la son kitabını konuştuk, Molatik olduk.
Ercan Kesal Türkiye’nin en üretken isimlerinden biri. Rol aldığı filmler, yazdığı senaryolar, kitapları ve son olarak ‘Çukur’ dizisinde İdris Koçovalı karakterine can vermesiyle bütün Türkiye'nin sevdiği bir isime dönüştü. Kesal bu kez, İletişim Yayınları’ndan çıkan son kitabı ‘Kendi Işığında Yanan Adam’ ile karşımızda.
Ercan Kesal bu kitabında, Türk sinemasının mihenk taşlarından biri olan Metin Erksan’ı, aralarındaki ilişkinin her anını yansıtarak anlatıyor. “Dostum, ağabeyim” dediği Erksan’ı sadece sinemacı-yönetmen olarak değil, tüm insani özellikleriyle okura sunuyor.
Kitabın yapıtaşını, Metin Erksan’ın kült filmi ‘Sevmek Zamanı’ oluşturuyor. Sayfalar boyunca dönemin bağımsız sinemasında yaşanan zorluklarına, bir odada başlayıp 25 yılı aşan dostluğa, edebi dilin getirdiği güzellikle tanık oluyoruz.
Öncelikle kitabın çıkış fikriyle başlamak isterim. Kafanızda ne zamandır vardı bu fikir?
Onunla ilgili ve ona ait bir kitap çalışması yapma fikri, Metin Hoca hayattayken de vardı. Hatta bir nehir söyleşi için ikna etmiştim ama sonra vazgeçti. Diğer kitaplarımda Erksan’lı anılar çok vardır zaten. Ama özgün bir kitap fikrini, bir başkasının kitabı ateşledi. Bazı kitaplar benzerini yazma konusunda ilham verirler. Bende Alberto Manguel’in ‘Borges’in Evinde’ kitabı başlattı bu düşünceyi.
Kitabın yazılış süreci nasıl bir aşamadan geçti?
Öncelikle hatırlayabildiğim tüm süreci kronolojiye çok da dikkat etmeden uzun uzun yazdım, bir kenara koydum. Sonra İstanbul’a geliş sürecimden başlayarak Erksan’la ilk tanışma anını ve sonrasını belli bir sıralamayla yerleştirdim. Kitabın Erksan’la olan dostluğumun izlerini taşımasına gayret ettim. Sadece Erksan’ın değil, kendi hikayemin de bu izleğin yanında akmasını istedim.
Sadece kendi deneyimlerinizden mi faydalandınız?
Evet... Bunu özellikle istedim ve bununla sınırlı tuttum.
Kitabın konusuna dönecek olursak… ‘Kendi Işığında Yanan Adam’ bir sinema insanının yanında neyi anlatıyor? Neler görüyoruz?
Erksan’ın yönetmen-sinemacı kimliğini tamamlayan diğer özelliklerini, benzersiz kişiliğini, diğer ilgi alanlarını, dünyayla ilişkisini ve belki de en önemlisi, kendi öznel yolculuğumu sürdürürken onun bu yolculuğa katkısını ve bendeki karşılığını anlatmak istedim.
"Sinemanın ezeli ve ebedi sorunu..."
Kitapta sadece bir anı anlatısının yanında edebi bir dil de var. Bu bilinçli bir tercih miydi?
Kuşkusuz. Özellikle böyle bir üslubun peşine düştüm. Daha önceki kitaplarımdan da okurum bilir. Benim yazdıklarım anı değil; anlatıdır, muhabbettir.
'Sevmek Zamanı' filmi kitabın temelini oluşturuyor diyebiliriz. Bunun sebebi nedir?
'Sevmek Zamanı' bir kült filmdir. Erksan’ın en özgün filmidir. Onun deyimiyle kendini en özgür hissettiği ve ilk defa nefes alarak çektiği, baştan sona tutkuyla sahiplendiği filmidir.
Filmin çekim aşamasında ve sonrasında yaşanan zorluklar detaylı bir biçimde yer buluyor kitapta. Sizce 'Sevmek Zamanı', bildiğimiz ‘sonradan kıymeti anlaşılan eser’ kategorisinde mi?
Galiba. Ne kadar kıymetlendirildi bilemem ama Erksan başlı başına üzerine konuşulması, değerlendirilmesi ve tüm filmografisi tartışılması gereken bir sinema adamıdır.
Dönemin bağımsız sineması Metin Erksan etrafında çok iyi irdelenmiş. Şimdi de değişen çok fazla bir şey olduğunu düşünmüyorum. Geçen yıl yurt dışında bir festivalde ödül almış bir yönetmenle yaptığım röportajda izleyici çekmek için afişlerden ‘festival’ ibaresini mecburen kaldırdıklarını söylemişti. 70 yıldır Türk sinemasında değişen bir şey yok mu sizce?
Ana akım dışında kalmayı tercih eden sinemanın ezeli ve ebedi bir sorunudur bu. Eskiden de böyleydi, bundan sonra da böyle olacak anlaşılan.