Call Jane: 'Acil Durumda' yeterli ama 'kusursuz olma kaygısı'na yenik düşüyor
Bu yıl Berlinale'nin yarışma filmlerinden biri olan ve 60'lı yılların ABD'sine damga vuran 'Jane Kolektifi'nin gerçek öyküsünden esinlenerek yola çıkan 'Call Jane' sonunda Türkiye'de vizyona girdi. Yönetmenin tiyatro avantajını birçok sahnede hissettirdiği 'Call Jane', genel hatlarıyla beğeni toplayıp anlatmak istediği mesajı sorunsuz bir şekilde izleyiciye aktarsa da çok daha büyük bir film olma şansını 'kusursuz olma kaygısı' nedeniyle kaybediyor...
Bu yıl Berlinale'nin yarışma filmlerinden biri olan 'Call Jane' geçtiğimiz hafta sonunda 'Acil Durumda Jane'i Ara' adıyla Türkiye'de vizyona girdi. ABD yapımı olan ve tiyatro oyunlarıyla adını duyuran Phyllis Nagy'nin uzun metrajında 1960'ların sonuna ışınlıyoruz. 1968 yılında ABD'de değişim rüzgârları eserken biz ise vaktinin çoğunu evde geçiren iki çocuk sahibi bir kadının geçirdiği dönüşümü, mikro çaptaki dönüşüm hikâyesinin aslında kaç tane hayatı doğrudan etkileyebileceğini ve ufak bir yaprak kıpırtamasının dahi dalga dalga büyüyerek makro çapta toplum düzeyinde neleri nasıl yenileyebileceğini görüyoruz. Kürtaj olma isteği yüzünden tamamı erkeklerden oluşan bir sağlık kuruluna başvuran ancak hamileliğini sonlandırma izni alamayan Joy karakterimiz öncesinde etraftan duyduğu çeşitli yöntemleri uyguluyor ancak başarılı sonuç alamıyor. Yolu kadınlardan oluşan bir grupla kesişen Joy önce kendi problemine bir çözüm yolu buluyor, ardından kurduğu güçlü iletişimle güvenilir biri olduğunu düşünen gruptaki kişilere kendini sevdiriyor ve bir anda grubun 'olmazsa olmaz' konumuna erişiyor. Erkek karaktere mahkumiyetlerini dahi sorgulamaya başlayan Joy karakteri o güne kadar uygulanan yönteme de farklılık getiriyor ve kendinden ekliyor, bir erkeğe göre gayet doğal bir şekilde kadın bedenine daha iyi hakim olmasıyla kadınların problemlerine çok daha ilgili ve yeterli cevaplar ortaya koyabiliyor. Yani alt metinde kadınların köhne sistem içerisine girdikleri noktada neleri değiştirebilecekleri, hangi noktalarda yıllardır mahkum oldukları ataerkil zihniyete farklılık sunabilecekleri, tıkanıp tıkanmayacakları bir nevi tartışmaya açılıyor.
Yönetmen tiyatro avantajını birçok sahnede hissettiriyor
Kadınların meselesine erkeklerin karar verebildiği, kadın derneklerinde bile erkeklerin gölgesinin düşebildiği bir dünyada iz bırakan bir mücadeleye imza atan 'Jane Kolektifi'nin gerçek öyküsünden esinlenerek sinemaya aktarılan 'Call Jane' bizlere yalnızca 60'lar sonu 70'ler ortalarına dair bir portre ortaya koymuyor, aynı zamanda oldukça akıcı ve tempolu bir seyirlik sunuyor. 'Call Jane' belki bir başka yönetmenin elinden çıksaydı çok tekdüze ya da katmansız bir örgüye sahip olabilecekken tiyatro avantajını birçok sahnede hissettiren, özellikle diyaloglu sahnelerde gücünü ortaya koyan Phyllis Nagy oldukça sınıfı geçen bir yapıma imza atmış. Berlinale'de bu yıl yarışma filmi olarak seçilen ancak güçlü rakipleri arasında herhangi bir ödülle buluşamayan filmin Akademi Ödülleri'nden adaylık kazanma gibi bir şansı oldukça zayıf. Bu aday olamama hali filmin zayıflığından ötürü değil elbette. 'Call Jane' bir festival filmi mi yoksa bir gişe filmi mi olduğu tam olarak anlaşılamayan, aslında kağıt üstünde her iki seyirciyi de bir araya getirebilmesiyle avantaja sahip olsa da son tahlilde tek bir hedef kitlesine sahip olamamasından ötürü ciddi bir handikapa sahip.
Potansiyelinin çok daha azıyla yetiniyor
Derdini son derece şık ve yeterli bir şekilde ortaya koysa da pek de iniş-çıkışı olmayan görece monoton yapısı nedeniyle genel hatlarıyla beğenilse de potansiyelinden çok daha azıyla yetinen ve yeterince verimli olmayı başaramayan bir film. Halbuki her şey çok düzgün işlerken ve düzen eleştirisi izleyiciyle samimi bir bağ kurularak yerine getirilirken filmin yeterince afilli olmaması az biraz da tembellik gibi diyebiliriz. Böyle bir hikâye sulu zırtlak klişe bir tempoda ilerlememeliydi elbette ama yalnızca sistemden memnun olmayanları da doyurmamalıydı. Gerçek bir öyküden yola çıkan ve kadın dayanışmasının neleri yapabileceğini gösteren bu hikâye birçok izleyiciye tokat atmalı, sarsmalı, kendine getirmeli ve bir ışık sunmalıydı. 'Call Jane' birçok açıdan tatmin edici olsa da tam da burada eksik ve sönük kalıyor. Duruş olarak kusursuzluk çabası içerisinde o kadar doğru adımlar atıyor ki haliyle bu mükemmel olma hali biraz can sıkıcı olabiliyor. Şöyle düşünün, muazzam bir vokali olan şarkıcının performansı sizi etkiler ama değmez. Fakat yer yer detone olsa da duyguyu güçlü ve sarsıcı bir şekilde aktaran bir şarkıcı ise kusurlarına rağmen çok daha fazla büyüler, yarattığı etki büyük olur. İşte 'Call Jane'in yaşadığı sıkıntı tam olarak bu. Hollywood'dan çıkan ama asla bir Avrupa ya da Dünya sineması kadar 'bağımsız' olamayan filmlerle karşılaştırdığımızda gişe beklentili/festival filmi dengesini kurabilen 'Call Jane' hiç de fena olmayan bir iş ortaya koyuyor. Ancak bu, filmin gelecek yıllarda da hatırlanması adına ne kadar yeterli, işte orası bir hayli büyük bir soru işareti. 'Call Jane' iyi bir film izleme noktasında 'Acil Durumda' gayet yeterli ama çok daha büyük olma şansını 'kusursuz olma kaygısı' nedeniyle kaybediyor...
twitter.com/mayksisman
instagram.com/mayksisman
youtube.com/mayksisman
can.sisman@milliyet.com.tr