'Broken Flowers': Rutinler ve ihtimaller
Keşif dediğimiz şey değil midir zaten bizi bir ölü balıktan farklı yapan? Hep aynı düzeni tekrar ederek ne kadar süre canlı kalabiliriz? Jim Jarmusch'un 'Broken Flowers' filmi #EvdeKal'anlar için gelsin... Bakalım siz de bu filme benim kadar Molatik olacak mısınız...
Azıcık güneş görünce gökyüzünde, kasvetli o kış günlerinden sonra, kendimizi hemen Caddebostan sahile atmıştık geçen sene bu zamanlar, baharın gelişini kutlamak için. Yeşili ve maviyi manzara alıp; kimimiz koşarak, kimimiz yoga yaparak, bazılarımız da portatif sandalyesinde arkadaşlarıyla neşeli müzikler eşliğinde endorfin, serotonin ve dopamin salmıştık bünyelerimize. Ne de güzeldi o anlar. Tüm bunları hatırlayınca, şu an dört duvar arasında bir nevi evrenin bize vakit kaybettirdiği hissine kapılabiliriz ve bu bizi gerebilir. Germek ne kelime, deliririz hatta.
Ama bir de buna şurdan bakalım...
Hep alışık olduğumuz baharın dışarıdaki neşeli halini yaşama çabamız, bir süre sonra yerini bu ısrarımızın kırılmasına bıraktı ve şu günlerde dışarıda kaçırdığımız pek de bir şey olmadığını artık biliyoruz. E o zaman, içerdeyken bir şeyler keşfetmeye ne dersiniz? Keşif dediğimiz şey değil midir zaten bizi bir ölü balıktan farklı yapan? Hep aynı düzeni tekrar ederek ne kadar süre canlı kalabiliriz?
Jim Jarmusch'un 'Broken Flowers' filminin esas adamı Don Johnston (Bill Murray) hiç de bizim gibi düşünmemektedir. Dar çevresinde hayatını sorgulamadan, keyif aldığı müzikler eşliğinde anını yaşayarak bilgisayarcılık işine devam etmektedir. Rutinine son derece bağlıdır ve tekdüzeliğini kaçınılmaz derecede kaderi olarak değerlendirmektedir. Hayatındaki herhangi bir değişikliğin, içinde bulunduğu ruh halini değiştireceğine inanmaz. Kapalı ve izole dünyasında kendisi ile mutlu olup olmadığını sorgulamaksızın yaşamaktadır. Hayatına insanların girip çıkışı bu dengeyi değiştirmez. Ya da ekmeğini kazandığı bilgisayar işinde ilerlemek , daha çok para kazanmak, kendini geliştirmek veyahut bunların hiçbiri olmasa da daha etik çerçeveden, topluma daha fazla fayda sağlamak gibi gayeleri yoktur. Hatta işi her sorulduğunda, aynı ruhsuzlukla işiyle ilgili tek kelimelik cevaplar vererek, detayıyla ilgili izleyiceleri merakta bırakır. Nedir yani yazılım mı donanım mı, hacker mısın? "Gizem satar" dedikleri bu olsa gerek. Az kelime yine çok düşünceye sevk eder insanları, burada bunu gözümüze sokarak işlemektedir sevgili Jarmusch.
Açıkçası; bu ruh hali hem çok tanıdık hem de ürkütücü geldi. Tanıdık geldiği için mi ürkütücüydü acaba? Dışarıdan bakınca, bu duygu durumunun, duygusuzluğun veya siz nası tanımlarsanız o duygunun, bir adım sonrası ya nirvana yani çok ulu yüce, bağışlayıcı ve affedici birine dönüşmek ya da "Hoşçakal hayat" başlıklı bir mektupla kapanış gibidir ilk bakışta. Ama ikisinin de olmadığını görmekteyiz ilerleyen sahnelerde. Çabalamadan da, akışı takip ederek veya takip edecek gücü bulamıyorsak, hiç değilse kendimizi teslim ederek günlük minik mucizelerimizi yaşayabiliriz. Kapımızı açtığımız her sürpriz belki bizi coşkulandırmaz ama ya coşkulandırırsa! Bu ihtimal bile içinizde kıpırtı uyandırmıyor mu?
Don Johnston bile, sıfır beklenti içerisinde, minimal düzeniyle barışık biri olmasına rağmen; o heyecan ihtimaline, o ümit tomurcuğunun filizlenme ihtimaline tutulur ve bir maceraya başlar şikâyet ede ede asık suratıyla.
İzleyin, siz hangi sulara sürükleneceksiniz bir bakın bakalım...