Ahmet Hamdi Tanpınar kimdir? Kısaca hayatı ve eserleri
Ahmet Hamdi Tanpınar şaşaadan ziyade insanın, medeniyetlerin ve sanatın izini sürerek yürüdü. Gündelik olanın doğallığından ayrılmadan estetiği, insanı zaaflarından ayırmadan medeniyeti rehber eğildi. Ve o bu yolda sabırla çalışan, inandığı yolda yürümekten başka beklentisi olmayan bir yılmaz şovalyeydi... Edebiyat tarihçisi, eğitimci, şair ve romancı: Ahmet Hamdi Tanpınar.
Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde yaşanan, sadece büyük bir cihan devletinin yavaş yavaş erimesi, topraklarını kaybedip kendi kabuğuna çekilmesi değildi. Doğunun değerlerinin yabancılaşmaya başladığı, batı medeniyetinin aldığı mesafeyle hayatların kuşatıldığı bir dönemdi. Eğitimli insanlardan başlayarak tüm toplum, bu arada kalmışlığının nedenlerini sorguluyordu. İsmail Dede Efendi musikide, Şeyh Galip edebiyatta son sözü söylemişti. Şimdi yeni bir söz bulmak, batı karşısında ona öykünerek, ama ondan farklı değerler üzerine kurulu bir gelenekten geldiğini unutmadan, yeniden var olma zamanıydı.
1901 İstanbul doğumlu Ahmet Hamdi Tanpınar, bu sancıyı tüm benliğiyle hissetti ve hayatını doğu-batı ekseninde, geçmişine sahip çıkarak ama yeni olanın da güzelliğinin farkına vararak yaşadı. Bir yanında mimarisi, estetiği, musikisi ve tasavvufuyla büyük bir geçmiş vardı. Öbür yanında söz, felsefe ve müzik ustalarıyla anlaşılmayı bekleyen yeni bir dünya... Onun hayatı bu çatışmanın sancısıyla şekillendi.
Ahmet Hamdi Tanpınar, aslen Batumlu olan Kadı Hüseyin Fikri Bey ile Nesime Bahriye Hanım'ın üçüncü çocuğuydu. Çocukluğu ve ilkgençliği, babasının tayin edildiği Anadolu şehirlerinde geçti: Ergani, Sinop, Siirt, Kerkük ve Antalya, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın çocukluk hatıralarında, doğası ve insanlarıyla derin izler bıraktı.
Sadece büyük şehir kültürünü değil; taşranın doğasını, tarihini ve sosyal yaşamını gözlemleme imkanı oldu.
"Ergani'den sonra Sinop'a gittik. Orada denizle dost oldum. Çocukluğumun en büyük zevki bir berzahta kurulu şehrin iki yanındaki deniz kıyısında oynamaktı. Arka taraftaki kumlukta dalgaların gelişini seyretmekten hoşlanırdım. Siirt'te uzak dağlara akşam saatlerinde çöken yalnızlığı ve yıldızlı geceleri tanıdım. Yazları çok sıcak olan bu memlekette damlarda yatardık. Yıldızlı gece beni büyülerdi sanki. Sonsuzluk dalga dalga vücudumu ve ruhumu doldururdu. Bir Sümer rahibi gibi muhayyilem hep yıldızlarla meşguldü. Sırrın içinde yüzerdim. Buna akşam saatlerine, uzak dağların o korkunç yalnızlığı, o ezici morluğu ilaveydi."
Onu en çok etkileyen kişi Yahya Kemal'di
Birinci Dünya Savaşı'nın sona erdiği, Mondros Ateşkes Anlaşması'yla Osmanlı İmparatorluğu'nun tasviye sürecinin başladığı günlerde Ahmet Hamdi Tanpınar, yüksek tahsilini yapmak üzere Antalya'dan İstanbul'a geldi. 1 yıl Halkalı Ziraat Mektebi'nde okuduktan sonra Darülfünün'un Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne geçti. Bölüm hocaları Cenap Şahabettin, Ferit Kam, Necip Asım, Fuat Köprülü gibi alanlarında söz sahibi olan, dönemin iyi yetişmiş eğitimcileriydi. Ama onu en çok etkileyen, önüne yeni ufuklar açan isim Yahya Kemal Beyatlı oldu:
"Şiirde ve fikirde ilk ve galiba yüzünü gördüğüm son hocam Yahya Kemal oldu. Haşim'i daha evvel okumuş ve sevmiştim. Bu iki şair bana kendilerinden evvelkileri unutturdular. Yahya Kemal'in derslerinde -fakülte hocamdı- ayrıca eski şiirlerin lezzetini tattım. Galib'i, Nedim'i, Baki'yi, Naili'yi ondan öğrendim ve sevdim. Yahya Kemal'in üzerimdeki asıl tesiri şiirlerindeki mükemmelliyet fikri ile dil güzelliğidir. Dilin kapısını bize o açtı."
Bu konuda Beşir Ayvazoğlu şunları söylüyor:
"Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Yahya Kemal'e çok borçlu olduğu bir hakikat. Esasen önce felsefe bölümüne kayıt oluyor. Ancak Yahya Kemal'in edebiyat fakültesinde hoca olduğunu öğrenince bölüm değiştiriyor. Yani üniversite hayatına Yahya Kemal hayranlığıyla başlamış. Daha erken yaşta Yahya Kemal'in eserleriyle tanışmış. Darülfünun'da talebesi olmuş. Mütareke'nin sancılı günlerinde onun fikirleriyle yetişmiş, onun duygularıyla dolmuş, gençliğini onunla geçirmiş bir şair."
Bir yanda Dede Efendi, bir yanda Paul Valéry
Şiirde mükemmelin peşinde koşmaya kararlı olan Ahmet Hamdi Tanpınar için, Mütareke dönemi İstanbul'unun en önemli yayınlarından biri Dergah Dergisi'ydi. Dergah Dergisi, onun için ikinci bir okul oldu. Toplam 11 şiirinin yayınlandığı bu dergide, hocası Yahya Kemal ve Ahmet Haşim gibi usta isimlerle beraber; Yakup Kadri, Nurullah Ataç ve Ahmet Kutsi gibi genç edebiyatçılarla dostluk kurma, şiir, roman ve estetik tartışma imkanı buldu. 1923 yılında Şeyhî'nin Hüsrev ü Şirin mesnevisi üzerine yaptığı tez çalışmasıyla Darülfünün'dan mezun olan Ahmet Hamdi Tanpınar, aynı yıl Erzurum Lisesi'ne edebiyat öğretmeni olarak atandı. Bir sonraki görev yeri ise Konya'ydı.
Hem derslerde hem ders dışı zamanlarında, hayatında sürekliliği olan tek uğraşı ise, edebiyattı. Anatole France, Edgar Allan Poe, Gerard de Nerval, Dostoyevski, Andre Gide, Marcel Proust ve Goethe gibi yazarların eserlerini tekrar tekrar okuyor, onlarda yeni dünyalar, imgeler ve anlatım biçimleri keşfediyordu. 26 yaşındayken ilk kez okuduğu Fransız şair Paul Valéry, Tanpınar'ın estetik algısına yepyeni bir boyut kazandırdı. Yine Konya'daki bir Mevlevi ayininde dinlediği Dede Efendi bestesi, onda Türk klasik müsikisini tanıma, bu büyük mirası anlama ve içselleştirme duygusu uyandırdı. Hem batı hem de doğu formlarıyla musiki, onun zengin ruh dünyasına her zaman eşlik eden, hayatın ağırlığını kaldırmayı bir nebze de olsa kolaylaştıran bir etkendi.
Ahmet Hamdi Tanpınar, 1927 yılında Ankara Lisesi'ne tayin edildi. 3 yıl sonra Gazi Eğitim Enstitüsü edebiyat hocalığına getirildi. 1932 yılında yeniden İstanbul'daydı. Kadıköy Lisesi edebiyat öğretmenliğinin yanında, Güzel Sanatlar Akademisi'nde sanat tarihi dersleri vermeye başladı. Henüz 30'lu yaşlarının başlarında, estetiğin bütün disiplinlerinde söz sahibi, geniş bir birikim ve perspektifle hayata bakabilen bir münevverdi. Bütün birikimini incelik ve hassasiyetle oya gibi işleyerek ve mükemmelle varmaya çalışarak, şiirde dışa vurmak istiyordu. Ona göre şiir, hayatımızın maddi tarafları ve günlük meşgalaleriyle bir ilgisi olmayan, saf bir his uyandırmalıydı. Ulaşılması gereken merhale, rüyanın kendisinden ziyade, bazı rüyalara içimizde refakat eden duyguyu ifade edebilmekti. Ahmet Hamdi Tanpınar, şiiri sanatın bu kadar merkezinde tutmasına rağmen hiçbir zaman üretken bir şair olmadı. Bunda, hocası Yahya Kemal'in şiirine olan hayranlığı etkiliydi ama asıl mühim olan, mükemmele varma çabası ve bu noktada hiçbir zaman tatmin olmamasıydı. Bütün bu nedenlerle çok az şiir yayınladı, hatta ömrünün son demlerine kadar şiirlerini kitaplaştırmadı bile. Kozmoz ile insanın birleşmesini naklettiğini söylediği, bir çeşit rüya hali olarak tasvir ettiği, 'Ne İçindeyim Zamanın' çalışması, en bilinen ve kuşuaklar boyu en çok hatırlanan şiiri oldu.
NE İÇİNDEYİM ZAMANIN
Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında.
Bir garip rüya rengiyle
Uyuşmuş gibi her şekil,
Rüzgarda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil.
Başım sükutu öğüten
Uçsuz bucaksız değirmen;
İçim muradına ermiş
Abasız, postsuz bir derviş.
Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim.
Tanpınar'ın şairliği konusunda, Türk edebiyat araştırmacısı ve akademisyen İnci Enginün şunları söyler:
"Tanpınar romancıdır. Hiçkimse aksini söyleyemez. Tanpınar şairdir de. Ama 'Şairliği iyi değil' diyenler var. Ben onlara katılmıyorum. Bence Ahmet Hamdi Tanpınar önce bir şairdi. Hatta hatıralarında yazdığı gibi, şairliğini fazlasıyla nesrine dökmüş olan, bu yüzden onu israf eden bir şairdi. Prof. Mehmet Kaplan'ın, Huzur romanını tahlil ederken yazdığı başlık çok anlamlı: 'Bir şairin romanı: Huzur' diyor. Gerçekten şairliğini bir tarafa bırakarak onun romanlarını okuyup anlamlandırmak o kadar kolay değildir. Çünkü şairliği her cümlede kendini hissettiri: 'Ben şairim, unutmayın' der gibidir."
Beşir Ayvazoğlu ise şunları söylüyor: "Ben aslında Ahmet Hamdi Tanpınar'ın şairlik kumaşının çok halis olduğunu düşünüyorum fakat entelektüel tarafı çok yüksek; bu yüzden şiirin meseleleri üzerinde çok düşünüyor. Dünya, Türk ve Divan şiirini çok iyi biliyor. Şiir söz konusu olduğu zaman ne kadar problem varsa hepsi kafasında. Dolayısıyla kendi şiirini bütün bu bilgiler ışığında yazmaya çalışıyor. Halbuki şiir biraz kendiliğindenlik ister. Bildiği tüm teorileri, problemleri şiir yazarken dünyasına ve ilhamına hücum ediyor sanki. Dolayısıyla bu müdahaleler şiirini kısırlaştırmış gibi görünüyor."
Profesör ünvanı ve milletvekilliği
1934-1939 arasında Güzel Sanatlar Akademisi'nde sanat tarihi hocalığını sürdüren Tanpınar, 1938'de geçirdiği bir rahatsızlık nedeniyle uzun süre hastanede yattı. Bu rahatsızlığın izlerini hayatının sonuna kadar taşıdı. 1939'da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Yeni Türk Edebiyatı kürsüsünün başına profesör ünvanıyla getirildi. Bu kürsüde derin Türk edebiyat tarihi bilgisiyle birçok öğrencinin yetişmesinin yanı sıra, bu disipline getirdiği usüllerle de yeni bir çığır açtı.
Ahmet Hamdi Tanpınar 1942 yılında Maraş milletvekili olarak TBMM'ye girdi. İstanbul'dan, derslerden, öğrencilerden uzaklaşmak, uzun zamandır tasarladığı hikaye ve romanları yazmak için bir imkandı bu. Önce Mahur Beste'yi yazdı. Olay örgüsünden çok, dönemin dokusunu ve sosyal yapısını irdeledi bu kısa romanda. Ardından Huzur'u kaleme aldı. Bugün hemen bütün edebiyat eleştirmenlerince Türk edebiyatının en önemli romanlarından kabul edilen Huzur'da, karakterlerin değerlerini, ilişkilerini, dünya üzerindeki konumlarını sorgulayışlarını ve devraldıkları kültürel mirasla başa çıkma çabalarını anlattı. Romanın baş karakterlerinden biri de İstanbul'du. Hikaye boyunca giderek geçmişi hatırlamanın huzursuzluğuyla bambaşka bir ruh haline bürünüyordu şehir. Huzur'da İstanbul kare kare resmedilmiş, çoğu zaman realist, bazen de sürrealist bir tablo gibiydi:
"Boğaz vapuru başka tür bir kalabalıkla doluydu. Orası Ada gibi asıl İstanbul'un çöküş devrinde, bir mevsim denecek kadar kısa bir zamanda adeta birden oluvermiş, zengin, müreffeh, her hususiyetini paranın düzenleyip ayarladığı, geniş asfalt yollu, çiçek tarhı kılıklı sayfiyesi değildi. O, başından beri İstanbul'da yaşamış, onun zengin olduğu zamanlarda zengin olmuş, çarşı ve pazarını kaybedip fakir düştüğü zamanlarda fakir olmuş, zevki değiştiği zaman kendi içine çekilmiş, hayatında geçmiş modaları elinden geldiğince muhafaza etmiş, hülasa bir medeniyeti kendine ait bir macera gibi yaşamış bir yerdi."
Beşir Ayvazoğlu: "Bu romanda Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Osmanlı-Türk kültürünün ruhuna nüfuz etmeye çalıştığını, onun inceliklerini, derinliklerini yansıtmaya çalıştığını, yani hayat şekillerini kavramaya çalıştığını ve en önemlisi, hayat şekillerinin içerisindeki değişimi vurgulamaya çalıştığını görüyoruz."
Ahmet Hamdi Tanpınar bu döneminde Yaz Yağmuru, Abdullah Efendinin Rüyaları gibi, Türk öykücülüğüne yeni bir soluk getiren hikayeler kaleme aldı. Ayrıca edebiyat öğretmenliği döneminde yaşadığı Erzurum, Konya ve Ankara ile beraber iki eski payitaht olan Bursa ve İstanbul'u anlattığı Beş Şehir isimli deneme kitabı, kendi alanında bugün bile aşılamamış incelikte bir başyapıt olarak edebiyat tarihinde yerini aldı.
Ahmet Hamdi Tanpınar bir dönem vekillik yaptıktan sonra 1946'da İstanbul'a geri döndü. Önce Güzel Sanatlar Akademisi'nde, ardından yeniden İstanbul Edebiyat Fakültesi'nde ders verdi. Derslerde işlediği konular çerçevesinde kaleme aldığı 19'uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, alanında yapılmış en önemli çalışmalarından biri olma özelliğini bugün de koruyor.
İnci Ergünün: "19'uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi o kadar müstesna bir kitap ki, hiçbir aydın, o kitabı defalarca okumadan bu konulardan söz etmemeli. Bütün yazarları adeta kendisinin yazdığı bir romanın kahramanları gibi ele alır. Yahya Kemal onun için bir devd, bir bayrak adamdır. Sadece bu nitelemeler bile onun Yahya Kemal'i bir çeşit roman kahramanı gibi gördüğünü gösteriyor. Keşke biyografik bir roman da yazsaydı diye düşünmeden edemiyorum."
1950'li yıllar boyunca Edebiyat Fakültesi'nde ders vermeyi sürdüren Ahmet Hamdi Tanpınar, bu yıllarda birkaç kez Avrupa seyahatine çıktı. Kitaplardan bildiği şehirleri görme, sevdiği yazarlarla aynı havayı soluma imkanı buldu. 1959 Haziran'da Rockefeller Foundation bursuyla 1 yıl için yeniden Avrupa'ya giden yazar, Fransa, İngiltere ve Portekiz'de bulunduktan sonra Haziran 1960'ta Türkiye'ye döndü. Ahmet Hamdi Tanpınar öğrencilik yıllarından itibaren 1958'deki ölümüne kadar her fırsatta beraber olduğu hocası, rehberi ve dostu Yahya Kemal'in biyografisini 1961 yılında yayınladı. Yine aynı yıl Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçiş sürecini, bu süreçte değişen, dönüşen kurum ve insanları, ironi ile bezenmiş mükemmel bir anlatımla ele aldığı Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü yayınladı.
Hilmi Yavuz: "Saatleri Ayarlama Enstitüsü ironik bir romandır. En önemli yanı, Türkiye'deki dönüşümlerden sonra, özellikle bürokrasinin ne kertede sıradanlaştığı, klişeleştiği, hatta bayağılaştığını göstermesidir."
"Bu demektir ki iyi ayarlanmış bir saat 1 saniyeyi bile ziyan etmez! Halbuki biz ne yapıyoruz? Bütün şehir ve memleket ne yapıyor? Ayarı bozuk saatlerimizle yarı vaktimizi kaybediyoruz. Herkes günde saat başına 1 saniye kaybetse, saatte 18 milyon saniye kaybederiz. Günün asıl faydalı kısmını 10 saat addetsek, 180 milyon saniye, yani 3 milyon dakika; bu demektir ki günde 50 bin saat kaybediyoruz. Hesap et artık senede kaç insanın ömrü birden kaybolur."
İnci Enginün: "Dünya edebiyatında bu kadar ironiyi bir anlatım tekniği olarak kullanabilmiş başka bir yazar var mıdır bilmiyorum. Genellikle bu tür hiciv kitapları daha kısa olur. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın bu kadar hacimli bir kitabın bir tek satırında bile karikatüre düşmeden, bayağılaşmadan ironiyi muhafaza edebilmesi inanılacak şey değil."
Ahmet Hamdi Tanpınar ömrünün son demlerini İstanbul'da, şehrin ruhunu taşıyan, yorgun, evhamlı, belki değerinin yeterince anlaşılmadığı düşüncesiyle küskün bir şekilde sürdürdü. Bu küskünlükte yakın zaman önce kaybettiği dostları Yahya Kemal ve Hasan Ali Yücel'e duyduğu özlemin de payı vardı. Hem yaşadığı sürece hem de ölümünden sonra uzun süre Tanpınar külliyatı dikkatlerden uzak, sadece meraklıların ilgilendiği gizli hazineler olarak kaldı. Sağcılar için solcu, solcular için sağcı göründüğünden hak ettiği ilgili uzun yıllar görmedi. 90'larla birlikte değişen dünya koşullarında yeniden keşfedildi. Romanları, öyküleri, denemeleri birçok araştırmaya konu olup birçok yeni yazara ilham verdi.
Ahmet Hamdi Tanpınar, 23 Ocak 1962'de fenalaşarak Haseki Hastanesi'ne kaldırıldı. Aynı günün gecesi saat 4 sularında hayatını kaybetti. Kısa ömrüne sığdırdığı onlarca eserle, gerçek anlamda ölümsüzler kervanına katıldı.
"Saatin kendisi zaman, yürüyüşü zaman, ayarı insandır. Bu da gösterir ki zaman ve mekan insanla mevcuttur..."
* TRT, Portreler Galerisi programından alınmıştır.