Özgün: "Müziğin kendisi matematik ama hissiyatın matematiği olmaz"
Pop müziğin sevilen ismi Özgün, Ferit Ömeroğlu'nun sunuculuğunu yaptığı Gençlik Odası TV'nin bu haftaki konuğu oldu.
-İsminizi koyanlar isminizin hakkını vereceğinizi düşünmüşler midir?
Herhalde öyle düşünmeseler koymazlardı. " İsmin ne ise kaderin odur." diye bir söz vardır.
-Gençler yaşadığımız dönem itibariyle bir şey olsun dediklerinde hemen olsun istiyorlar, siz ne düşünüyorsunuz?
Ben bir şeyin olmasını iki haftada bekliyorsam o genelde iki senede olur. Mesela şarkı çıkartırım, bu şarkı tutacak derim. Tam umudu kesmişken altı ay sonra şarkı patlar. Hep böyle oluyor. Araba çıktı bana. Arabanın gelmesi bile bir buçuk sene sürdü. Olacak dediğim şeyler hep geç oluyor.
-En güzel şarkım bu olacak dediğiniz bir şarkınız oldu mu?
Aslında biz her işe hemen hemen o niyetle başlıyoruz. Yeni başladığınız her şey size çok heyecanlı ve iyi gelir. Yapım aşaması süresinde o şarkıyı o kadar çok söylüyorsunuz ki şarkı çıktığında artık şarkıdan bıkmış olabiliyorsunuz. Ama kendi yaptığım şarkılara tabii ki bayılıyorum. Yaptıktan sonra heyecanı geçer ama başlarken hep "bu sefer kesin oldu" diye başlarsın.
-Şarkınızı bir yerde duyduğunuzda neler hissediyorsunuz?
Üç evresi oldu bunun. İlk başlarda güzel oldu tabii. Arabada dinliyor insanlar, söylüyorlar ama sizi tanımıyorlar. Daha sonraları sizi tanımadıkları için bu size üzüntü vermeye başlıyor. Şimdi de çok şükür ki insanlar tanıyıp da çalıyorlar ya da söylüyorlar.
On yaşındaydım mesela solisttim. "Tohumlar fidana, fidanlar ağaca" şarkısını söylemiştim o zamanlar, en heyecanlı olduğum konser sanırım oydu. Sonra üniversitede Gençlik Senfoni Orkestrası konserlerim oldu. İlk pop şarkısı söylediğim gün 1996 yılında Ankara'da bir kafedeydi. Arkadaşlarımla gidip bedava dürüm yer kola içerim iki de şarkı söylerim diye gidip, ondan sonra orada para kazanmaya başladığım bir konserim oldu. Sonra gece kulüpleri oldu. Albüm yaptık. İstanbul’da ilk defa sahneye Atilla İlhan’ı Anma Gecesi’nde çıktım. Orada da kendi şarkılarımı değil, Yaşar'ın söylediği bir iki şarkıyı söylemiştim. İlk kendi konserimi nedense hatırlamıyorum.
-Kliplerde oyunculuk için özel bir şey yapıyor musunuz?
O an gerçekten özel bir an oluyor. Normal bir yerde onu yapamam. Gerçekten duygusal bir an yaşıyorum öyle durumlarda. Çünkü çok çalışmış oluyoruz o şarkı için, gerçekten emek sarf ediyoruz. Klip artık o işin son evresi oluyor. Herhalde onun da vermiş olduğu bir yoğunluk var. Bir taraftan yönetmen sizi yönlendiriyor, bir taraftan yıllardır kameraya bir alışkanlık var. O anlarda gerçekten -en azından ben bir duygu yoğunluğu yaşıyorum o kliplerde. Söylerken de aynı yoğunluğu hissediyorum.
-Müzikte matematik olduğuna inanır mısınız?
Müziğin kendisi matematik. Ölçüler, notalar, her şey matematik. Ama hissiyatın matematiği olmaz.
-Keşke ve 'iyi ki' dediğiniz şeyler neler?
İyi ki geldiniz. Keşke daha önce gelseydiniz. (gülüyor)
-Evliliğinizin hayatınızda değiştirdiği şeyler neler oldu?
Evlilik bütün hayatı değiştirir. Ben "İtaat et, rahat et" sistemini uyguluyorum. Bizde durum o. Tam Bağımsız Hanım Cumhuriyeti. Çünkü boşa savaşmanın bu hayatta hiçbir mantığı yok. Kaybedeceğin savaşa girmeyeceksin. Karısıyla bir adamın bir tartışmaya girip haklı bile olsa, kazançlı çıkması mümkün değil. Ben erkekleri düşünüyorum, onlara faydalı olmayı istiyorum. Ütü yaparım, temizlik yaparım, yemek yaparım. Bunlar sizi hayatta daha mutlu ve huzurlu biri yapar.
-Hangi dizileri takip ediyorsunuz ya da dizi takip ediyor musunuz?
Türk dizileri de çok izledim, Aşk-ı Memnu izledim, şimdi Kara Sevda izliyorum. Genelde şöyle oluyor ama Türk dizilerinde, diziye başlıyoruz, güzel gidiyor fakat sonra bitiremiyoruz o diziyi. Başta güzel bir senaryo gibi fakat beşinci altıncı bölümden sonra bitiyor. Çünkü hep olan şeyleri tahmin edebiliyorsun. Ama bir taraftan da Game of Thrones gibi diziler var. Hayatta ölmez dediğiniz başrol oyuncusunu ikinci bölümde öldürüyorlar mesela. Yüzlerce karakter var, o karakterlerin birbirleriyle karşılaşması altı sezonu buluyor. Böyle dizileri izlemesi doğal olarak daha keyifli oluyor.
-Viyola'dan bahseder misiniz biraz?
Viyolayı hep kemanla karıştırırlar. Benim ömrüm bunu anlatmakla geçti. Küçükken hep kız çocuğu sanarlardı, saçlarım uzundu. Erkek çocuğuyum diye bunu anlatmaya çalıştım hep. Adımı anlatmaya çalıştım, Özgür değil Özgün diye. Daha sonra da viyolayı anlatmaya başladım, keman değil kemanın bir büyüğü diye. Daha kalın sesli bir enstrüman. Viyolacılar kötü espriler yaparlar, kötü fıkraları vardır.
-Hangi devirde yaşamak isterdiniz?
Atatürk'ün Kadıköy tarafında yüzdüğü zamanlar var. İstanbul boş. Türkiye'nin o yılları bence güzelmiş. O dönemler olabilir. 60'lar olabilir. 60'lar da enteresan. Karışık ama bu günden karışık değil.
Haber: Buse Yılmaz