Mozart'tan önce, Mozart'tan sonra...
Tarih M.Ö ve M.S diye ayrılıyor. Aynı şeyi belki de müzik için söylemek de mümkün; Mozart’tan önce, Mozart’tan sonra... 5 Aralık 1791’de daha 35 yaşındayken aramızdan ayrılan Mozart, geriye bir mezar bırakamadı belki ama bundan sonraki tüm insanlık tarihine yetecek bir müzik hazinesi emanet etti.
Johannes Chrysostomus Wolfgangus Theophilus Mozart, bugün artık kendisiyle anılan Salzburg’da 27 Ocak 1756’da dünyaya geldi. Hemen hemen hepimizin sadece tuhaf sesler çıkarıp sağa sola koşturduğu yaşlardan itibaren piyano başında dehasını kanıtladı. Daha 6 yaşındayken Habsburg'ta konser vermeye başladı.
Araştırmalar gelmiş geçmiş en zeki insanlardan biri olarak Mozart’ı gösteriyor. Nasıl olmasın ki? 35 yıllık ömrünün 29’unda besteler yapmış bu müzisyenden geriye 600 eser kaldı. Basit bir matematiksel hesaplamayla tüm bu besteleri ortaya çıkarmak için bir insanın neredeyse tüm gününü çalışmaya ayırması gerektiğini anlayabiliriz. Bu bahsettiğimiz veri, elbette bizim gibi normal insanlar için geçerli.
İlk etapta Salzburg Başpsikoposu ve Elektörü, ardından da Avusturya-Macaristan İmparatoru 2. Joseph’e defalarca çalan Mozart, deli dolu yanı, dengesiz tepkileri ve hocası Salieri ile olan ilişkisiyle de hatırlanıyor. Milos Forman’ın Akademi Ödülleri tarihine damgasını vuran başyapıtı Amadeus filminde de muhteşem bir biçimde işlenen bu konular, Mozart’ın bir yanıyla ne denli zorlu bir isim olduğunu gösteriyor. Ancak yine de Beethoven’ı unutup Mozart’a haksızlık etmemek gerek. Zira bu konuda Beethoven’in eline su dökecek bir ismin çıkması pek de mümkün değil. Ne de olsa ömrü boyunca ortalama yılda bir ev değiştiren geçimsiz birinden bahsediyoruz. Mozart’a dönecek olursak; 7 yaşından itibaren babasıyla turnelere çıkan ve Avrupa’yı şehir şehir dolaşan ve bu yolculukları sırasında da beste yapan Mozart, bugün ve gelecekte de tarihin en büyük yapıtları arasında sayılabilecek eserlere imza attı.
Günümüzde daha çok Türk Marşı olarak adlandırılan 11 numaralı Piyano Sonatı, 40. Senfonisi, 21. Numaralı Piyano Konçertosu ve pek tabii tarihin en büyük bestelerinden Requiem bu muhteşem insandan geriye kalan yüzlerce çalışmadan ilk etapta akla gelenler.
Requiem’i Kont Count Franz von Walsegg-Stuppach’ın ölüm döşeğinde olan eşi için bestelemeye başlayan Mozart’ın kendi sağlık durumu da gün geçtikçe kötüye gitmeye başlar. Hayatı boyunca hassas bir bünyeye sahip olan Mozart, dönemin koşulları da düşünülecek olursa ne yazık ki içinde bulunduğu ağır temponun da etkisiyle hastalığına yenik düşer. Kendisine gelen son sipariş olan Requiem üzerindeki nihaiyi çalışmayı yapmak da öğrencisi Süssmayr’a kalır.
Birçok deha isim gibi kadri hayattayken bilinmeyen Mozart, ömrü boyunca ekonomik sıkıntılar çekti. İmparatorun huzurunda çaldıktan sonra yemeğini sarayın mutfağında bir köşede yedi. Ancak bu onun için pek de sorun değildi. Fırtınalı bir hayatı olan Mozart öldüğünde beklendiği gibi binlerce insanın katıldığı muazzam bir törenle defnedilmedi. Tekrardan kıyaslayacak olursak; 1827’de hayatını kaybeden Beethoven’in cenazesine on binlerce kişi katılmış, bir yıl sonra hayatını kaybedecek olan genç öğrencisi Schubert de en önde yer almıştı. Mozart’ın nereye defnedildiğiyse yapılan tüm DNA araştırmalarına rağmen hiçbir zaman tespit edilemedi.
Salzburg kentinin, Viyana’nın ve hatta Avusturya kültürünün en büyük simgelerinden biri olan Mozart’ı anmak için çeşitli festivaller düzenlenmekte. Heykelleri, müze evleri, sokaklara verilen ismiyle Mozart bir süre unutulsa da, zamanla değeri anlaşılmış, günümüzde de Bach ve Beethoven ile birlikte müzik tarihinin üç bestecisinden biri olarak hak ettiği değeri görmeye başlamıştır.
227 yıl önce bugün aramızdan ayrılan bu olağanüstü isin besteleri günün her saatinde dünyanın farklı yerlerinde durmaksızın yankılanmakta. Ve evet, bugün müziği Mozart’tan önce ve Mozart’tan sonra diye ikiye ayırabiliriz. Bir yanılma payını Beethoven için bırakılım. O da bir başka yazının konusu olsun…
ihsan.dindar@milliyet.com.tr
https://instagram.com/ihsandinovski