18.10.2010 - 11:18 | Son Güncellenme:
“Eğer çocuğunuzun sizi kullanmasını istemiyorsanız, ona olan davranışlarınızda tutarlı olun” sözlerini sıkça duyduğumuz bir dünyada yaşıyoruz. Bu yalnız bizim ülkemizde oluyor demeyin! Çünkü çocuklarımızı alelacele bağımsız yapmak, koşuşturan ebeveynin dünyasına bir an evvel dâhil etmek adına, gelişmiş ülkelerin hepsinde bu gibi reçetelerle karşılaşıyoruz: “Yatağına yalnız yatan çocuğunuz yarın öbür gün yanınıza gelirse, sakın ha dalıp da onu yatağınıza almayın, sonra hep ister! Kendi başına yemek yemeye başlayan çocuğunuz ‘anne beni yedir’ derse aman ha, sonra hep ister. Ağlarken bir kere kucağına aldın, yandın, artık hep kucak, hep kucak”. Bunlar günlük hayattan tanıdığımız standart sesler, kimi zaman bir anneanne, kimi zaman komşu, kimi zaman bir doktorun ağzından duyduğumuz.
Doğal ebeveynlik konularında verdiğim seminerler ile bağlanma konularında ebeveynlerle olan terapilerim, bana da kendi içsel yolculuğum adına pek çok yeni pencere açıyor. Bir psikolog olsam da bir anne olarak benim de kendimi “tutarlı bir davranış mı şu yaptığım” diye sorguladığım anlar tabii ki oluyor. Geçenler de 3.5 yaşındaki kızım Irmak ile yaşadığım bir olay işte bu farkındalık pencerelerinin bir yenisini daha açmama vesile oldu.
Sabahtan kızımı akşam yemeğe çıkacağım konusunda hazırladım. Gün içinde beraber güzel zaman geçirdik. Yemek için buluşacağım arkadaşımın eve gelmesiyle beraber telaşlı bir hazırlık başladı. Irmak bu süreçte “anne gitme, anne kal” dese de içimden bunu halledeceğim ve onun beni rahatlıkla bırakacağı fikrinden emindim. Ancak hiçte öyle olmadı. Ağlamalar benim tam çıkacağım sırada iyice yükseldi. Arkadaşım “Hadi, çıkalım artık, ağlar, ağlar, susar, alışır” dedi. Bir tarafım acaba mı ki derken, o gün okuduğum bir makale* geldi aklıma: Dinlemek çok basit bir eylem aslında. Sadece anda olmamızı gerektirir. Koçluk yapmak, akıllı görünmek, ya da nasihat vermek durumunda değiliz dinlerken. Orda oturmaya ve karşımızdakini dinlemeye gönüllü olalım yeter.
Konuşmayı, onu avutmaya çalışmayı, kısaca o anda yaptığım her şeyi bırakıp, sadece onu dinlemeye başladım. Benim gitmeme izin vermek, beni bırakmak adına nasıl çabaladığını işte o an fark ettim. Ancak elinden geleni yapsa da, duygusal olarak bunu bir türlü başaramıyordu. Onun tereddütlerini, vücut dilini, sesini, acısını duydum o an. Yorgundu, duygusal olarak zayıftı ve bana ihtiyacı vardı. Arkadaşıma dönüp kendimden emin bir şekilde akşam yemeğine katılamayacağımı söyledim. Üstümü değiştirdim ve kızımla yemeğe oturduk. Garip bir şekilde içimde hiçbir kızgınlık yoktu. Daha önceleri bu tür durumlardan alışık olduğum kızgınlık duygusunu hissetmediğime önce şaşırdım. Ancak bu kez farklı olan kendime acıma duygusuna yenilmemiş olmamdı: “Zavallı ben, zaten hiç dinlenemiyorum, bir akşam bile çıkıp eğlenmek bana çok görülüyor” v.s. Peki bu düşünceler neden gelmiyor ve neden beni içine çekmiyor bu kez diye merakla sordum kendime. Ve şöyle bir hisle yüzleştim bu kez, Irmağı gerçekten dinlemiş olma hissi. Kendi içimde kaybolmadan, karşımdakini duymakla beraber gelen empati hissi. ‘Bu nasıl bir özgürlük’ diye geçirdim içimden. Hiçbir kızgınlık, kendine acıma duygusu hissetmeden kızımla yediğimiz akşam yemeğinin keyfine bıraktım kendimi.
Birden Irmağın sesiyle irkildim. “Anne biliyor musun” dedi.
-Neyi?
-Ben anne olsaydım, sen çocuk olsaydın, ben de gitmezdim. Seninle kalırdım.
Gözlerim yaşla dolu o an. 3.5 yaşındaki kızım bunu fark etmekle kalmamış, dile de getirmişti. Bir an tutarlı olmak, davranışlarını kontrol etmek adına ne kadar çok onları dinlemediğimizi düşündüm. Ben de kendi geçmişimin yasının yaşlarını akıttım gözlerimden.
Ertesi akşam ne mi oldu. Arkadaşımın doğum gününe gitmek için hazırlanırken Irmak “Anne çok geç kalma olur mu” dedi. “Olur” dedim. Bir öpücük kondurdum yanağına ve doğum günü mekânına doğru giderken ‘tutarlı olun o ağlasa bile’ diye başlayan tüm söylemleri haksız çıkarmanın muzip bir gülümsemesi vardı yüzümde.
*Listening as Healing (Dinleme ile gelen iyileşme)
Shambhala Sun dergisi Aralık 2001, Margaret J. Wheatley