Alper Çobanoğlu uzun yıllar radyolardan ses veren tecrübeli isimlerden biri... Her sabah JoyTürk’ten neşeli sesi ve sunumuyla programının ismi gibi dinleyicilerini “Yeni Gün”e hazırlıyor. İlk başlarken radyoculuğu hayal etmediğini söyleyen Alper Çobanoğlu, 1992 yılında radyo dünyasının kapılarını aralamasını ise şöyle anlatıyor: “O dönemler radyo yayıncılığı diye bir meslek yoktu, sadece TRT radyoları vardı, radyo hayal kurulacak bir meslek değildi, ama benim gibi radyo yayıncıları sayesinde, bugün bu hayali olanlar muhakkak vardır.” Radyoyu sihirli bir kutu gibi gören Çobanoğlu, “Bu mesleği hobi gibi düşünenlerin aksine, saniyeler ile yarıştığın, kelime ve beyin gücünün çok önemli olduğu bir iştir radyo yayıncılığı“ diyerek radyonun önemini vurguluyor. Aşk şarkılarının yer aldığı JoyTürk’ten yayın yapan Çobanoğlu’nun aşk tanımı ise şöyle: “Aşk denildiğinde sadece insanın canını yakan ‘aşk acısı’ algısı oluyor genelde. Oysa aşk insanın tüm kimyasını alt üst eden bir duygu, manasız gülümsemelerin sebebi. Bizim radyoda dinlettiğimiz şarkılarımız da böyle...” 18 yıldır radyo yayıncılığı yapan “Sesim beni bırakıncaya dek radyoya devam” diyen Çobanoğlu’nu, “Yeni Gün”le 07.00 - 11.00 saatleri arasında İstanbul 89.0 JoyTürk’ten dinleyebilirsiniz.
Joytürk’te program yapan Çobanoğlu, “Türkiye’de radyoculuk hâlâ hobi gibi görülüyor. şirketler radyolara, televizyon ya da gazetelerin promosyonuymuş gibi bakıyor” dedi
Uzun yıllardır radyocusunuz... Mesleğe başlamadan önce radyocu olmak hayallerinizi süslüyor muydu?
Yayıncılığa başladığım 1992 yılında, radyo yayıncılığı diye bir meslek yoktu, o dönemde sadece TRT radyoları vardı, haliyle üzerine hayal kurulacak bir meslek değildi. Ama benim gibi radyo yayıncıları sayesinde bugün, bu hayali olanlar muhakkak vardır.
Bunca yıl zarfında mesleğinizle ilgili ‘keşke’ dediğiniz anlar oldu mu?
İnsan hayatında hep keşkeleri oluyor. Bir dönem sonra keşke dediklerinizin telafisi için çaba harcıyorsunuz. Evet, keşke dediğim oldu ama pişmanlığa dönüşmeden düzeltmeye çabalıyorum.
Sizce, ilk başladığınız günlerden bugüne radyoculuktaki en iyi değişim nedir?
En önemli değişim teknoloji konusunda yaşanıyor. Analog sistemler tamamen dijitalleştiler. Hatta birçoklarına göre radyo yayıncılığı ruhunu öldürdü. Buna katılmıyorum. O ruh albümlere dokunmadan da var olur, ya da hiç olmamıştır. Dinleyicilerim artık bana çok daha rahat ulaşıyorlar. Telefon ve fax’ların başında vakit tüketme devri bitti. Twitter, facebook, e-mail...
Kısacası teknoloji...
Her radyocunun radyo tanımı başka oluyor, sizinki nasıl?
Ben hâlâ sihirli bir kutu gibi görüyorum radyoyu... Sesinizden karşınızda sizi dinleyenin hayal gücünde bir sima canlanıyor. Anlattıklarınızdan yola çıkıp, kendinden bir parça buluyor sizi dinleyen. Hayalci tarafı malum ama aynı zamanda da işini de ciddiye alanlardanım. Bu mesleği hobi gibi görenlerin aksine, saniyeler ile yarışın olduğu, kelime ve beyin gücünün bir hayli önemli olduğu bir iş, radyo yayıncılığı.
Radyoculuğun birçok bölümünde görev almış bir isim olarak, mikrofon önümü arkası mı daha heyecanlı?
Aslında ikisi de. Yayın yapmanın hazzı hiçbir şey ile kıyas kabul etmez. Ama müziğe yön verme, bir radyoyu yönetme sorumluluğu da, insanı geliştiriyor. İletişim ve empati yeteneğiniz, yönetici olduğunuzda geliştirmekle yükümlü olduğunuz hususlar oluyor.
JoyTürk içinden aşk geçen bir radyo, ruh halinizi nasıl etkiliyor slow şarkılar?
JoyTürk aşk şarkıları konusunda bir hayli seçici bir radyo. Aşk denildiğinde sadece insanın canını yakan Aşk acısı algısı oluyor genelde. Oysa ki, “aşk” insanın tüm kimyasını alt üst eden bir duygu. Manasız gülümsemelerin sebebi. Bizim şarkılarımız da böyle.
Aşkın güzel yanını anlatan, dinlerken dinlendiren bir akışımız var. Hal böyle olunca bundan keyif almamak ne mümkün!
Sabah uyanmak ve erken saatlerde yayın yapmak sizi zorluyor mu?
En zor alıştığım, güne, gün ağarmadan başlamak oldu. Her sabah saat 04.45’de kalkıyorum. Kahvaltımı yapmam, köpeğim Julius’u gezdirmem, duş almam, sabah kahvem, saat 06.00 oluveriyor. Güne ne kadar keyifle hazırlanırsam, enerjim de o kadar iyi oluyor. Haliyle bu, sabah beni dinlemeyi tercih edenlere de yansıyor.
Birbirinden farklı formatlı radyolardan ses verdiniz, belirli bir tecrübeden sonra her tarzda yayın yapılabiliyor mu, siz ne düşünüyorsunuz?
Ben bir profesyonelim. 18 yıllık radyo yayıncısıyım. Yani hayatımın yarısını işime adadım. Yayın yaptığım radyolar benim sesimi kiralıyor diye bakıyorum olaya. Benden ne beklenirse onu vermekle yükümlüyüm. Hal böyle olunca benim için hangi tarzın içinde yer aldığımın bir önemi kalmıyor. Her yayın tarzı önemli, hepsinin dinleyicisine karşı sorumluluğu var.
Sizce nereye kadar radyo?
Cevabı yurt dışında olsam “Ölene dek” olurdu. Rick Dees gibi bir örnek var mesela... Ama Türkiye’de radyo hâlâ, “Hobi” gibi görülüyor. Şirketler radyolara, televizyon ya da gazetelerin promosyonuymuş gibi bakıyor. Oysa ki radyo, anlık erişimde televizyon ya da gazetelerden kat be kat daha fazla insana erişiyor. Şu an için “Sesim beni bırakıncaya dek” diyelim, geleceğin güzellikler getireceğini umut ederek.
Radyoculuğun dışında neler yapıyorsunuz?
Fazlasıyla evcimenim... Evim, DVD’lerim, kitaplarım ve dostlarım... Ah tabii ailem ve Julius. Tam bir keyif çemberinde yaşıyorum. İyiden yana olan her şeyi kabullenip, kötüyle ilişkili her şeyden mümkün mertebe uzak tutuyorum kendimi. Çok şey yapıyorum ama tek tek listelemeye kalkarsak kocaman bir liste olur. Kısaca, bol bol yürüyorum, bilgi obezi olduğum için bol bol okuyorum, teknoloji marketleri ve teknoloji, olmazsa olmazlarım diyelim.
‘İflah olmaz bir gevezeyim!’
Bazı radyocular düşünülenin aksine günlük hayatında pek konuşmazlar sizde durum nedir?
(Gülüyor) Benim beynimde “Konuşma, burada sus” komutlarını veren bölgede bir araz var sanıyorum. “Çok konuşuyorsun!” diyenlere, “Ben konuşarak para kazanıyorum, mesleki deformasyon benimkisi” diyorum. Üstelik konuşabilmek, kendini ifade edebilmek insan olmanın en güzel yanlarından. Kısacası “İflah olmaz bir gevezeyim” diyelim mi?