Radyoda kimi sesler vardır, yüzünü görmeseniz de ismini bilmeseniz de yıllardır aynı saatte tanıdık bir ses olarak karşınıza çıkar... Melon Şapka da bu isimlerden biri... Artık yüzünü görsek de ismi hâlâ radyonun gizemli havasına takılı kalıyor ve öyle kalıplaşıyor ki çevresindeki herkes ona “Melon Şapka” diye sesleniyor. Yıllardır radyosu ve programı değişmeden şiirlerini geceyle ve dinleyicileriyle buluşturan Melon Şapka, bu kez yeni kitabıyla dinleyicilerinin ve okuyucularının karşısında... O, radyo programında sadece şiirleri okumakla kalmadı ve birçok sözün uçmasına engel olarak, onları yazıyla buluşturdu... Kapağında “Onun çılgınlığı kitaba yakıştı” dediği radyocu “Romina”nın olduğu 8. kitabı “Ayıplı Kadın” vesilesiyle bir araya geldik. Kitabının kilit cümlesini ve çıkış noktasını “Erkeğin sahnesi kadın”dır diyerek anlatan Melon Şapka, kitabın baş karakteri “Seven”in hayatındaki erkeklerin ona yaşattıklarını, kendi iç sesiyle kavgalarını ve onun kadınlık hallerini şiir tadında derin bir şekilde anlatıyor... “17 yıl önce beni dinleyenler hâlâ beni dinliyor, şiir eskimez” diyen Melon Şapka’yla yeni kitabını, programını ve şiirleri konuştuk... Melon Şapka’yı 23.00 - 01.00 saatleri arasında Radyo D’den dinleyebilirsiniz...
ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN YAPTIĞI BİR ARAŞTIRMADA, İNTİHAR EĞİLİMİ OLAN DİNLEYİCİLERİN MELON ŞAPKA’YI DİNLEYEREK İNTİHARDAN VAZGEÇTİĞİ VE ŞİİRLERİN DİNLEYİCİLERE UMUT VERDİĞİ ORTAYA ÇIKTI
Katıldığınız bir televizyon programında geceleri şiirli program yaptığınızdan dolayı size doğaüstü anlamlar yükleyenler olduğunu anlatmıştınız, sonrasında bu konuda eleştiriler de aldınız...
Programım 17 yıldır aynı saatte, aynı formatta devam ediyor. Şiirlerden ziyade yoğun bakım ünitesi gibi... Gece saatleri çok önemlidir, karar verme saatlerinde dinleyicilerin karşısındayım.
Programda, Hacettepe Üniversitesi öğrencilerinin hazırladığı bir tezde yapılan araştırmada, bazı dinleyicilerin beni doğaüstü bir varlık gibi gördüklerini ve onlara ses ve fikir verdiğimi düşündüklerini anlatmıştım... Araştırma 18-25 yaş arasını kapsıyor. Araştırmada bazılarının intihar eğiliminde olduğunu ve dinledikçe bundan vazgeçtiği, şiirlerle umutlandığı ve hayata tutunduğu sonuçları da ortaya çıktı... Bunlar uç örnekler. n Siz bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?
Radyo dinlemek başka, radyo programı dinlemek başka... Programı ve programcıyı sahipleniyorsun, bekliyorsun... Mesela dinleyenin gerçekteki sevgilisi “5’te buluşalım” diyor, gelmiyor. Ama radyodaki ses her gün aynı saatte geliyor, ona sadık görünüyor... Düşünün, gelişmekte olan bir çocuğun odasına annesi babası giremiyor, biz giriyoruz. Her yerden beni dinliyor. Ben bir şey söylüyorum, mesaj geliyor “O gün her şeyden vazgeçtim, sen ne dersen o olsun!” diyor.
“İntiharlardan vazgeçiliyor” dediniz... Bazı şiirler umutsuzluğu ve karamsarlığı daha da körüklemez mi?
Evet bazı şiirler öyle umutsuz ve karamsar gibi düşünülüyor, ama Nâzım Hikmet’in umut, kavga ve mücadeleci şiirleri de var. Şiirlerin üzerine yorumlar da yapıyorum, umut bir yerden dinleyiciye veriliyor... Şiirlere de mecaz bakmak lazım, şair hangi psikolojiyle yazmış onu anlamak ve öyle okumak lazım...
Yani kelimeler hem sihirli, hem tehlikeli, onları nasıl yorumladığınız da önemli...
Odada 5-6 arkadaş dinliyor ve susuyor... Şarkıda konuşuyorlarmış... Şiir sevmeyen bile sevmeye başlıyormuş... Yaşıyormuş gibi okuyorum, ben de yazdığım için, daha çok şiirin içine giriyorum. Cemal Süreya’nın şiirini Ahmet Arif ruhuyla okuyamazsın... Öyle uç şeyler yaşıyorum ki bazen ben de allak bullak oluyorum.
Radyolardaki diğer şiirli programları dinliyor musunuz? “Bu şiir de böyle okunur mu hiç?” dediğiniz oluyor mu?
Geçen gün radyoda bir çocukcağız Kaldırımlar şiirini okuyor ve öyle bir okuyor ki anlamadan, sevgilisine aşk şiiri okuyor gibi okuyor! Herkesin harcı değil ki şiir okumak, donanımsızlar...
Önceden radyolarda şiir programı çoktu artık azalıyor. Kime ait olduğu bile belli olmayan şiirleri güvensiz internet sitelerinden yarım yamalak okuyor.
Son kitabınız “Ayıplı Kadın”da
bir kadının gözünden ve yüreğinden hayata bakıyorsunuz, bu zor olmadı mı?
Kitabın çıkış noktası olan cümle: “Erkeğin sahnesi kadındır.” Erkek ne yapıyorsa kadın için yapıyor, ya farkında, ya da değil... Adam, kadın için traş oluyor ama bir kadın kendi için makyaj yapar... Adam villa alıyor ve “Baakk villam” diyor ve onu demek için milyonlar harcıyor...
Kitapta öyle cümleler var ki “Sadece bir kadın bunu hisseder ve bu cümleleri kurabilir” diyebileceğimiz türden...Empati kurarak onları hissetmeye mi çalıştınız?
Mesela “Ters bir doğum yaptım, loğusayım” diyor. Benim işim bu, çocukluğumdan beri gözlem yapıyorum. Çok ağır cümleler, hepsi birer travma... Kendi kendine konuşur ve hesaplaşır gibi...
Erkekler bu duruma ne diyecek, onların iç yüzlerini de ortaya çıkardınız...
Eleştiriler gelsin... Arabasını süsleyip püsleyeceğine sevgilisini öpsün, ona çok ilgi göstersin... Çok yanlış şeyler var ortada...
‘Ayıplı Kadın’da Demet Evgar’ın deli halleri var’
Kitapta ‘Seven’ isimli kadının iç savaşı kendi kendine konuşur gibi anlatılıyor...
Seven gibi kadınlar erkeğini çok alkışlamışlar, adam o alkışı anladığı için başka sahneler arıyor ve adam sürekli turnede... ‘Seven’ karakterini ayrıca Demet Evgar’ın rolünü giydirerek, onun dizideki deli hallerini düşünerek de yazdım...
İsmine neden ‘Ayıplı Kadın’ dediniz... Kitapta özelikle erkeklerin sevmedeki kusurları ön planda ‘Ayıplı Adam’ gibi...
Çünkü; her şeyi dobra dobra söylediği için... Kadınların gerçekleri söyleme hakkı bile yok, o söylüyor ve ondan ayıplı...