Gözlerinizi kapatın, dinleyin ve hayal edin... Klasik otomobilinize binmişsiniz, hafif bir sonbahar rüzgârı esiyor ve siz İstanbul’un tarihi yerlerini geziyorsunuz. O yerlerin eşsiz tarih kokan hikâyeleri canlanıyor gözünüzde şiirlerle, şarkılarla geçmiş sarıp sarmalıyor... Sanat ve klasik otomobil tutkusuyla sizleri anılarla, derin bir tarihle buluşturan “Beyaz Yanak” programı Radyo Alaturka’da tüm bu özel hisleri dinleyicilerine yaşatıyor. Bu tarih kokan programı Gürsel Yeğenoğlu her hafta bir ‘radyo belgeseli‘ tadında hazırlayıp sunuyor. Keyifli bir sohbet yaptığımız Yeğenoğlu, “Beyaz Yanak belgeselini” yani bir kültürün birleşiminin elçiliğini zeval olmadan yapmayı amaçladım. Bu tarihin içinde klasik bir otomobil ve Aziz İstanbul’un pek değerli semtleri ve geçmişini bugüne tüm nesillere taşımaya karar verdim” diyerek programının amacını anlatıyor... Sloganı “Dönerken Beyaz Yanak alıp götürecek bizi o yıllara çok uzaklara“ olan programın ayrıca www.beyazyanak.com sitesinde yayın öncesi ve yayın sonrası anları fotoğraf ve videolar dinleyicilerle paylaşılıyor. Beyaz Yanak’ı her pazar saat 16.00’da Radyo Alaturka’dan dinleyebilirsiniz...
Böyle klasik otomobille tarihi birleştiren bir program yapma fikri nasıl ortaya çıktı?
Anları vardır yaşamınızın, sizi bir yere götürür. Siz bu yolculukta o an yoksunuzdur. Aslında yolun sonunda, geldiğinizi ayaklarınız yere bastığında anlarsınız. Ben bir yolun ardından Radyo Alaturka’ya geldiğimde anladım aslında burası olduğunu, kendime benim ile alakalı olanın ne olduğunu sorduğumda, Türk Sanat Müziği ve o yılların şahanesinde sahneye koydum “Beyaz Yanak Belgeselini” yani... Bir kültürün birleşiminin elçiliğini zeval olmadan yapmayı amaçladım. Bu tarihin içinde Klasik bir Otomobil ve Aziz İstanbul’un pek değerli semtleri ve geçmişini bugüne tüm nesillere taşımaya karar verdim.
Öncelikle bilmeyenler için programınızın adı neden ‘Beyaz Yanak’ anlatır mısınız?
Beyaz Yanak, klasik otomobillerin lastiklerinin üzerinde bulunan ve o yıllar teknolojisiyle lastiklerin çok sık patlamasını önleyen bir aparat... O yıllar Türkiyesi’nin taksicilerinin kullandıkları bir terimin yıllar boyu bu araçların simgesi olması beni alıp götürdü o yıllara... Ve dedim ki, “Dönerken ‘Beyaz Yanak’ alıp götürecek bizi o yıllara çok uzaklara...“ Daha sonra bu nakarat jenerik sloganımız oldu. Programda tarihin sayfalarını karıştırarak o yıllara klasik otomobillerle geri dönüyoruz.
Program öncesinde nasıl bir hazırlık yapıyorsunuz?
Yayının çok basite inmesini istemediğim için alfabetik sıra yerine en az iki ya da üç tarih kitabı ve sosyal medyadan yararlanarak senaryo alt yapısını oluşturmaktayım. Dizi film senaryosu gibi hemen hemen aynı formatta, belirlediğimiz İstanbul’umun bir semtinin o yıllar araştırmasını yaptıktan sonra o semte giderek bu bilgi ve belgelerin kanıtlarına, o bölgenin yaşayanlarını ve yaşanmışlıklarını bularak belge hazinemizi oluşturup son söz bana, sonra da ekibe düşüyor.
Defalarca ses efektlerini tamamlayıp tek başıma yayına giriyor, kimi padişah, kimi hatun, bazen de şair olarak seslendirmemi tamamladığımda yayınımın da sonuna gelmiş bulunuyorum.
Klasik otomobil tutkunuz ne zamandır var?
1960 yılından beri... Yani doğduğum andan beri diyebiliriz ve devamında 1977 yılında Şişli Endüstri Motor Meslek Lisesi’nden mezun olduktan sonra 28 yıl kendi atölyemde Amerikan Otomobilleri ve GM Opel ve Chevrolet araçların ustalığını yaparken aynı zamanda birçok ustayı da otomotiv sektörüne kazandırdım.
Dört yılı aşkın bir süredir de TR Classiccar dergisinin editör ve brokerliğini yapmaktayım.
Programda İstanbul’un tarihi yerleri ve semtlerinden bahsediyorsunuz. Sizi en çok etkileyen semt ve hikâyesini anlatır mısınız?
Biz şu anda Türkiye radyolarının ilk ve tek radyo belgeselini yapmaktayız.
Beni en çok dinleyenimle etkileyen Beykoz ve burada bulunan Deri Kundura Fabrikası’nın o yılları ve geldiği bugünkü görünümü olmuştur. Beykoz Deri Kundura, o yıllar adıyla Debbahane’si farklıydı. Aynı zamanda askeri bot fabrikası olarak Mehmetçik’in postalları da bu fabrikada yapılmaktaydı.
Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası, cumhuriyet döneminden önce İstiklal Harbi’nde Anadolu’ya , Çanakkale’ye siperlere postal yaparak Mehmetçik’in destanında ayak izi olmuş tarihi bir hazinedir.
Fabrika 4 vardiya üzerinden hizmet verir, sabah 05.15’te ilk meşhur sireni çalar ve işe hazırlık başlar. Ardından 05.30 ilk vardiya ve makinelerin homurtusuyla İstanbul güne başlardı diğer fabrikaları gibi... Bir gün Macar Kralı Türkiye’ye gelir ve yeni yapılan Tarabya Oteli’nde konuk edilir. Günün ışıkları ağarmak üzeredir ki, bir siren sesiyle Macar Kralı “Hava taarruzu sanıp kendini Tarabya sahiline atar” sonradan öğrenir ki, bu siren fabrikanın vardiya sirenidir. Şimdi bunu anlatırken üzülüyorum. Bir tarih terk edilerek kendi haline, çürümeye bırakılmış, ölümü bekliyor.
Göz göre göre tarihine hakaret edercesine birçok diziye ya da filme plato gibi kullanılarak adeta horlanıyor. “Geçmişine sahip çıkmayan toplumların geleceğinden söz etmek ne derece doğrudur.”
Dinleyici Chevrolet ve Anadol’u hatırlıyor
Dinleyicilerin klasik otomobillerle ilgili ne gibi hikâyeleri var?
Çok ilginç, hemen hepsinin bir hatırası var babadan, dededen ya da yaş itibariyle kendisi tanıklık etmiş... En çok Chevrolet ve Anadol’u hatırlıyorlar,
Devrim otomobilini hayretle dinlediler.