İrfan Atasoy... TGRT FM’in haber sesi ve programcısı... Her gün gazeteleri okuma imkânı olmayanlara ‘Merhaba Türkiye’ programıyla gündemi yakalama imkânı sunuyor. İstanbul yol durumu, hava durumu, son dakikalar, canlı telefon bağlantılarıyla her sabah dinleyicileriyle buluşuyor... Atasoy’un radyo hayali küçük yaşlara dayanıyor, ne zaman sinemaya gitse arkadaşlarına “Bu perdede ben de olacağım, bu reklamlarda fragmanlarda benim de sesim olacak” diyormuş. İlk adımını mikrofon arkasında atmış, prodüksiyon, tonmaister ardından DJ’lik yaparak, paket programlar hazırlamış ve 8 aylık bir sürecin sonunda da mikrofon başına geçmiş... İlk programı kültür-sanat programıymış. Sonrasında edebiyat ve şiirlerle harmanlanmış bir gece programıyla dinleyicilerinin karşına geçmiş... 16 yaşında radyo sektöründe yer almasının kendisine çok büyük bir katkısı olduğunu söylüyor İrfan Atasoy... Radyoculuğun yanında pratik ile teoriyi birleştirmek gayesiyle birçok eğitim alıyor, elektronik bölümünü bitiriyor, oyunculuk eğitimi alıyor, halkla ilişkiler okuyor, İletişim Tasarımı Sinema-TV bölümünün özel yetenek sınavlarını kazanıyor, eğitimi devam ederken 2 sene Türk Edebiyatı üzerine yandal yapıyor ve şu anda İletişim Tasarımı Anabilim Dalı’nda Yüksek Lisans’ına devam ediyor. Ayrıca radyoculuğunun yanında diksiyon eğitimi de veriyor. İrfan Atasoy, her sabah gündemin nabzını tutuyor ve tüm gazeteleri dinleyiciye aktarıyor. İrfan Atasoy’u enerjik sunumuyla Merhaba Türkiye’yi hafta içi her gün 07.30’da İstanbul 93.1 TGRT FM’de dinleyebilirsiniz...
* Radyoculuk kariyeriniz nasıl başladı?
“Ben radyocu, oyuncu ya da seslendirme sanatçısı olacağım” diyordum. Ne zaman sinemaya gitsek arkadaşlarıma “Bu perdede ben de olacağım, bu reklamlarda fragmanlarda benim de sesim olacak” diyordum. Alıştırmalar yapıyordum kendi kendime. Reklamları, radyoları, fragmanları dinliyor ve tekrar ediyordum. Radyoculuk kariyerim de lise yıllarında başladı. Bölgesel bir radyoda 16 yaşındayken bu mesleğe atıldım. Babam da basın mensubu olduğundan bir delilik yapıp bir gün “Gel, radyoya gideceğiz” dedi. Gittik, başladık.
Peki haberci olmak hayaliniz miydi?
Haberci olmak aklımda yoktu. Kültür-sanat programları ve şiir-edebiyat programları ile bir yere kadar gelebilirdim. “Daha iyi bir iletişimci, gazeteci nasıl olurum”un derdiyle meşguldüm.
TGRT FM’e 2001 yılında geçişimle birlikte bu taşlar da yerine oturmaya başladı. Sesim de haber programlarına gidiyordu, gidiyormuş, yani ben farkında değildim. Farkındalık oluşunca çalışmalarımı işimle ilintili hâle getirip akademik boyuta da yaydım. Diksiyon ve Güzel konuşma dersleri aldım.
İçinde yine haber olan farklı bir program yapmayı düşündünüz mü?
İçinde haber olan farklı bir program yapmayı çok arzu ediyorum. Günümüzde çok fazla. İşlerini de çok güzel yapıyorlar. Hayatın nabzını, tüm renklerini bir araya getirmek gibi.
Bunu en iyi yapanlardan biri CNN Türk’te Cüneyt Özdemir. Günümüzde insanlar sadece haber dinlemek ya da izlemek istemiyor. Haberi verip, hafif yorumla birlikte bir uzman eşliğinde gündemi elinde tutmak. Hatta gündemi şekillendirmek. Farklı bakış açıları sunmak.
Haberciler Türkiye’de şanslı sayılır, haberlerin kaynağı kesilmez, sürekli ve hızlı olarak gündem değişir... Bu hızın sizi ruhsal olarak yorduğu oluyor mu?
Ya ya, ne demezsiniz. Ondan dolayıdır her meseleye haber gözüyle bakıyoruz. Rüyalarımızda bile zaman zaman haber yazıp okuyor, olayların ortasında kalıyoruz. Şaka demiyorum. Bu böyle... Gündemim bu şekilde hızlı değişmesi, farklı farklı hallere bürünmesi beynimizi de bedenimiz de yoruyor. Hele Türkiye’deyseniz bir haberin taze kalma süresi iki gün bile olmuyor. Hemen yenisi geliveriyor. Uzun süreli davalarımız var. Kaçıncı duruşmalar yapılıyor kim biliyor? İnanın en usta haberci bile ya asistanına soruyordur ya da internetten arattırıyordur. Yoğun bir enformasyon akışına maruz kalıyoruz, etkilenmiyor değiliz.
Peki ruhunuzu nasıl dinlendiriyorsunuz?
Farklı hayatlara sızıyorsunuz, nüfuz ediyorsunuz. Hayatlardan hayat çıkartıyorsunuz. İbret alıyorsunuz çoğu zaman. Ben de hayatın öteki taraflarına bakarak yazılar yazıyorum.
Denemeler ve şiirler... Okumayı da ihmal etmiyorum. Okuyayım okumayayım mutlaka çantamda bir kitap mevcuttur. Hatta birkaç kitap. Sahil kesimini severim. Dost sohbetleri en tatlılarıdır ruh dinlencelerinin.
Televizyonda ve radyoda sizi rahatsız eden Türkçe hataları var mı?
Hangilerini sayayım? Dil konusunda çok hassasım. Dolambaçlı, ağdalı anlatımlardan, kişilerin anlamadığı dilden yazıp konuşanlardan, deyim hataları ve söylemlerinden bıktım.
Şimdi “Şırnak’ın derken yazıldığı gibi okuyacaksınız”, “Şırnağın” değil ya da “Cemil Çiçek’in” derken “Cemil Çiçeğin” demenizde bir mahzur yoktur demeyeceğim. Son zamanlarda yakaladığım kullanım ve söylem hataları: “Bilinmeyen sır, Beklenmeyen kaza, KPSS sınavı, Geri iade, Servis hizmeti, Full dolu, İlk başlangıç/tanışma, Boşuna israf, Arka fon, Nüans farkı, Yanlış hata..”
‘Oku, düşün yaz, konuş!’
Diksiyon eğitimi de veriyorsunuz, öğrencilerinize ilk neleri öğütlüyorsunuz?
Taksim’de Uniact Studio oyunculuk okulunda eğitmenlik yapıyorum. Diksiyon ve Güzel Konuşma hocasıyım. Hem sınıfça hem de birebir özel eğitimlerim oluyor. İyi bir konuşma yapmak, güzel konuşmak için okumak lazım. Okumaktan öte yazmak ve yazdığını sadeleştirip ezbere sanki o an anlatırmışçasına, irticalen, doğaçlama konuşma yapıyormuşçasına yapmaları gerekir. Güzel konuşmak insanı sıkar. Güzel konuşmaya hitabeti katarsanız, jest ve mimiklerle birlikte dinleyiciyi bunaltmadan saatlerce kendinizi dinlettirebilirsiniz. Oku, düşün, yaz, konuş... Aşamalarımız
bunlar...