Ahmet Akkuş... Baba Radyo’nun sevilen seslerinden biri... Çocukluk hayali olan radyoculuğu ilk önce şarkıları kasetlere anons ederek deneyimliyor, ardından sesi titreyerek yaptığı ilk programıyla akıp gidiyor hikâyesi... Kayseri’de başlayan maceraya diğer tutkusu tiyatro da ekleniyor. Oyunculuk da yapıyor. Ama radyoların ana merkezi İstanbul’a gelmesiyle şansını artırıyor ve başlıyor radyolarda program yapmaya... Bir dönem sıkıntılı günler geçirerek ne radyo programı yapıyor, ne de tiyatro... Bir arkadaşının “Baba Radyo açıldı” haberiyle şansı dönüyor ve kendini tekrar mikrofonun başında buluyor. ‘Baba Radyo’yu konuştuğumuz Akkuş, şiir okumayı çok sevdiğini hatta her Türk genci gibi şairliği olduğunu söylüyor. “Bir gün, daha önce de yaptığım gibi, şöyle gecenin dingin vakitlerinde güzel bir şiir programı yapmak isterim” diyerek radyodaki hedefini anlatıyor. Akkuş, “Program tarzı olmasa da, radyoculuk anlayışı olarak, insan olarak bir Cem Arslan olabilirsem ne mutlu bana” diyerek radyoda örnek aldığı ismi söylüyor. “En sıcak, en samimi halimle, insanları da sıkmama gayretiyle, keyifli bir üç saat sunmaya çalışıyorum” diyen radyocuyu, 11.00-14.00 saatleri arasında ‘Baba Radyo’dan dinleyebilirsiniz.
- Birçok radyocu gibi radyo programı yapmak hayaliniz miydi?90’ları tüm güzellikleriyle yaşamış olanlardanım. Türk pop müziğinin gerçekten ‘efsane’ sıfatını hak ettiği o yıllarda, her çocuk gibi ben de müziğe meraklıydım. Müziğe yeteneğim olmadığından dolayı, kırmızı düğmeyle yetinmek zorunda kalanlardanım. Eski teyp’lerin kırmızı kayıt düğmesi... 60’lık veya 90’lık müzik kasetlerini takıp, o kırmızı düğmeyle kendi sesimizi kaydederdik. O zamanlarda yaşayıp, bunu yapmamış olan yoktur herhalde. Her şey o düğmeyle başladı diyebilirim.
- Radyodaki ilk anonsunuzu hatırlıyor musunuz?Kayseri’nin yerel radyolarından birine gittim, kapıyı çaldım ve “Selam, ben radyocu olmak istiyorum” dedim. Bir hafta sonrasında da ilk gerçek anonsumu sesim titreyerek yaptım.
- Peki bu hayaliniz gerçekleşti, sevdiniz mi bu mesleği?Bir heves değil, bir hobi değil, benim için gerçekten sevdiğim bir işti. Fakat şu da var ki, asıl aşkım tiyatroydu. En büyük hayalim tiyatro oyuncusu olmaktı. Bu sebeple Ankara’ya gittim. Ankara Sanat Tiyatrosu’nun yetenek sınavlarını kazanıp, Ankara’da yaşamaya başladım. Bu sırada radyo programcılığına da ara vermek durumunda kaldım. Her geçen gün etkisini artıran bir mikrofon özlemi baş gösterdi. Ankara’da, tiyatronun yanı sıra program yapabileceğim bir radyo aramaya koyuldum. Ankara’nın en yoğun caddelerinde dolaşıp, tabelasında ‘radyo’ yazan bir yer aradığımı çok net hatırlıyorum.
-Peki ‘Baba Radyo’yla tanışmanız nasıl oldu?Radyocu arkadaşım vasıtasıyla ‘Baba Radyo’nun açıldığını duydum. Arkadaşıma ilk tepkim “Baba Radyo ne ya?” olmuştu. Bugün birçok insanda da benzer tepkileri görüyoruz. Bu şaşkınlık çok uzun sürmüyor, insan hemen kanıksıyor bu ismi. ‘Baba Radyo’ adına alışmak şöyle dursun, geldiğim günün akşamı, resmen bir baba şefkatiyle beni karşılayan, adıyla müsemma bu güzel ortamı benimseyiverdim.
- ‘Baba Radyo’ ağırlıklı olarak fantezi müziğe yer veriyor. Bu tarzı seviyor muydunuz, radyo programları dışında ne tür müzik dinliyorsunuz?Eğitimi, kültür seviyesi, siyasi görüşü, hayat tarzı ne olursa olsun, bu topraklarda yaşayıp da arabesk, fantezi ve Türk sanat müziği sevmeyen var mıdır? İstisnalar tabii ki vardır. Ama herkes bir Müslüm Gürses ya da Zeki Müren şarkısıyla dalıp gider. Müzik konusunda özel bir takıntım yok.
Ruh halime göre pop da, rock da, türkü de dinlerim. Bir Şükrü Tunar klarneti, bir Suat Sayın sesi de beni mest eder, Orhan Gencebay, Neşet Ertaş yorumu da...
-Sizce bir radyocu kendi kişisel zevklerine uymayan bir radyoda görev yapmalı mı?Profesyonel olarak elbette bu yetiye sahip olmalı. Fakat şu da var ki; Ne kadar profesyonel olursanız olun, sevmediğiniz bir işi, asla dört dörtlük yapamazsınız. “Sevdiği işi yapan insan, ömür boyu çalışmaz’’ diye bir söz vardı. Çalışanlar olarak, hepimiz ‘Baba Radyo’yu ve tarzını gerçekten çok seviyoruz. Hatta biz ayrılamayız...
‘DİNLEYİCİYİ SIKMAMAK TEMEL DÜŞÜNCEMİZ’
-Gelelim programlarınıza... Mikrofonun diğer tarafına neler hazırlıyorsunuz?
Dinleyicilere çok büyük şeyler vaat etmiyorum. Her şeyden önce, insanları sıkmamak en temel düşüncemiz. Bu yüzden müzik ağırlıklı bir program yapıyorum. Az konuşma çok müzik. Yayına girdiğimde, insanlar zaten günün gelişmelerini çoktan öğrenmiş oluyor. Müzik dinlemek istiyor. Son 1-2 yıldır sadece Twitter üzerinden yürüyen, her gün bir hashtag belirleyip, insanlarda oluşturduğu müptezellik yargısını da hesaba katacak olursak, konuşma bakımından sade bir program yapmaya çalışıyorum. Bir yandan da insan arkadaşıyla yan yana nasıl durursa, birlikte nasıl zaman geçirirse, dinleyicilerimle o şekilde zaman geçirmeye dikkat ediyorum. En sıcak, en samimi halimle ve insanları da sıkmama gayretiyle, keyifli bir üç saat sunmaya çalışıyorum. Dinleyicilerimizle, en baba şarkıların keyfini çıkarıyoruz.