Aşkın sesi Cenk... Dinleyicileri Cenk Durmaz’ı bu isimle tanıyor... Durmaz, soyadı gibi durmuyor... 12 yıldır radyo sektöründe ve Kütahya’dan İstanbul’a uzanan bir radyo hikâyesi var... Kütahya’da Dumlupınar Üniversitesi Radyosu’nun kurucularından... Şimdi Doğan Radyo Grubu radyoları Radyo D, Radyo Moda ve Slowtürk’ün müzik direktörlüğünü yapıyor ama bu radyolar arasında Slowtürk dinleyicilerine sesiyle ulaştığı radyo... Çünkü Cenk Durmaz’ın aşk radyosu olan Slowtürk, sesine ve tarzına daha yakın... O da radyosu gibi sürekli aşkın içinde, şiirler yazıyor ve seslendiriyor. Müzikle iç içe bir hayatı var, müzikten vazgeçmiyor. Gün boyunca 3 radyonun müziklerini dinleyicilerine hazırlayan Cenk Durmaz, eve gittiğinde de stüdyosunda vakit geçiriyor, düzenlemeler yapıyor, radyoda dinleyemediği şarkıları evde dinliyor. “Gece hayatım yok ama gece hayatında çalınacak şarkıları çok iyi bilirim” diyor. Hafta içi her gün 11.00-15.00 saatleri arasında dinleyicilerin istedikleri şarkıları çalıyor, onlarla mesaj yoluyla dertleşiyor. “Slowtürk dinleyicisi beni hiç yalnız bırakmadı ben de onlar için elimden geleni yapıyorum, yayında çok mesaj geliyor, hepsini okumaya çalışıyorum” diyen Cenk Durmaz sözlerine şöyle devam ediyor: “İnsanların samimiyetine güvenmiyorum ama müzik öyle değil, siz ona değer verdikçe o size dönüş yapıyor, yazmak da öyle, şiir de...” Cenk Durmaz’la radyoculuğu ve ‘Kız arkadaşım kadar severim’ dediği Slowtürk’ü konuştuk...
Radyoculuk hayaliniz miydi?
Evde kaset çalar vardı, onunla bir şeyler yapmaya çok meraklıydım. Bir gün yerel bir radyonun önünden geçiyordum. “Bir gireyim, bakayım” dedim ve program yapmak istediğimi söyledim, o zamanlar yaşça küçük olunca haliyle “Ne programı?” dediler. Çocuk programıyla başladım... 2 ay bana tahammül ettiler!
Şimdilerde radyocular arasındaki tabirle format yayıncılığı yapıyor gibiydim, programda hediyeler veriyordum. Radyoya çocukluğumdan beri hevesim vardı. Üniversiteyi kazandım ve Kütahya’ya gittim.Orada yerel radyo vardı ve programlara başladım. Dumlupınar Üniversitesi radyosunu kurdum. Hayatımın yarısı Kütahya’da geçti. Hep müzikle iç içe olacağım bir iş yapmak istiyordum, okulla birlikte radyo hep hayatımda oldu. Sonra İstanbul’daki radyolarda çalıştım. Kütahya’da her tarzda program yaptım. Hayalimde aşk şarkılarıyla ilgili program yapmak vardı, gece olduğunda yazmaya gayret ediyordum, şiir ve şarkı yazıyordum...
Slowtürk Radyo ruhunuza daha mı uygun?
Ben Slowtürk’e başlamadan önce de slow şarkıları dinliyordum. Önceden şiir okuyor ve internete koyuyordum, bu tarz paylaşımlarım vardı. Gece bambaşka dünyada oluyordum, gündüz başka...
Radyo da müzik de hayatınızın bir parçası... Eve gidince müziğin sesi kısılıyor mu?
Hayır ben bu konuda çok hevesliyim... Evimde bir stüdyom var, müziği çok seviyorum. Eve gittiğimde ne kadar yorgun olursam olayım stüdyoda 1 saat vakit geçiriyorum. O zamanlar kendime ayırdığım zamanlar oluyor.
Çalmadığım, çalamadığım şarkıları dinliyorum, bazı şarkıların üzerinde haftalarca uğraşıyorum, düzenlemeler yapıyorum. Gece hayatını sevmiyorum ama gece hayatında çalınabilecek şarkılar üzerine çalışmalar yapıyorum. Şarkıların birçoğunda emek ve duygu var, o yüzden birçok şarkı çalınmayı hak ediyor.
Kendinizi gizler bir haliniz de var, müzikle aranızda derin bir bağ kuruyor gibisiniz...
Genel olarak insanların samimiyetlerine güvenmiyorum ve müzikle iç içe oluyorum. Kazandığım dostluklarıma maalesef yenilerini katamıyorum. Müzik öyle değil, siz ona değer verdikçe o size geri
dönüş yapıyor, yazmak da öyle, şiir de...
3 önemli radyonun müzik direktörlüğünü yapıyorsunuz, hepsi birbirinden farklı formatta radyolar... 3 radyoyu nasıl tanımlarsınız?
Bence müzik bir matematiktir. Radyoların hepsine eşit özeni göstermeye çalışıyorum. Slowtürk kız arkadaşım olurdu sanırım, o kadar seviyorum. Radyo D baba olurdu, Radyo Moda’da her an her şey çalabildiği için evin haylaz çocuğu...
‘Aşkın sesi Cenk’ dinleyicileriyle neler paylaşıyor?
İlk başladığımda Slowtürk’ün oturmuş kadrosundan sonra acaba dinleyiciler “Aşkın sesi Cenk’i kabullenecekler mi?” diye düşündüm. Ama ilk programda gelen mesajlardan çok etkilendim. Şimdi ısrarla fotoğraf paylaşmamı istiyorlar. Ben çok göz önünde olan radyoculardan değilim. Sosyal ağlardaki hesaplarım da gizliydi, yeni yeni dinleyicilerle buluşuyorum.
Dinleyiciler ne kadar özellerini sizle paylaşabiliyor?
Çok özel durumlarını anlatıyorlar... Sorumluluk alıyorum ve mutlaka onlara cevap yazma zorunluluğu hissediyorum.
Mesela eşiyle kavgasından, onu sevmeyen birinden, ailesiyle ilgili bir sorundan, hasta olmasından bahsediyor.
Radyonun paylaşımcı gücü daha çok ortaya çıkıyor...
Radyolar bu anlamda yeniden ön plana gelmeye başladı. Sanatçıların özellikle katkısı büyük...
Onlar radyo ve radyocuları ön plana çıkarıyor... Kimin ya da hangi radyonun olduğu önemli değil, önemli olan radyo... Öyle sanatçılar var ki bunu dostluk ve arkadaşlıklarından dolayı yapıyor.
‘Radyocunun sevgilisi olmak zordur!’
Kendinizi böyle gizli tutmaya çalışırken sesinizden tanındığınız oldu mu?
Dışarıda bu ses tonuyla konuşmuyorum. Sadece bir kez bir kızın dikkatini çekmek için radyodaki gibi konuştum. Bakkaldaydık ve o çok havalıydı, ben de onu etkilemek için tok ve vurgulu bir ses tonuyla: “Bir ekmek alabilir miyim?” dedim. (Gülüyor) Bir de ayrıldığım kız arkadaşımdan şöyle bir mesaj gelmişti: “Servise bindim radyoda sesini duydum, eve geldim reklamda sesini duydum, internete girdim senin seslendirdiğin şiiri paylaşmışlar” dedi. Sonuç, radyocunun
sevgilisi olmak zordur!