İlke Albayrak, radyonun neşeli seslerinden, radyodaki hikâyesini kendi yazan radyoculardan biri... Radyo- televizyon eğitimi alırken, üniversite radyosunda çalışmaya başladı. Bir gün okuldan eve dönerken Capital Radio’yu dinliyordu, içindeki sese kulak verdi ve radyoyu aradı. Kararlı bir şekilde “Ben Ankara’ya taşınıyorum ve sizinle çalışmak istiyorum” dedi. Belki de hayatının cümlesini kurmuştu! Aslında Ankara’ya taşınma planı yoktu o anda. Telefonu tuşlarken taşınmaya karar verdi, ailesini ve arkadaşlarını Eskişehir’de bıraktı. Böylece radyoda ses vermeye başladı, ardından
televizyon programları geldi. Çocuk programları, müzik, teknoloji, sinema programları hazırladı. Hobisi mesleği, mesleği hobisi olan şanslı insanlardan birisi olduğunu söyleyen İlke Albayrak, radyo heyecanını TRT Radyo 3’te yaşıyor. Sabah şovu olarak başlayan “Çalar Saat” programı, yeni yılla birlikte akşam eve dönüş yolunda dinleyicilere eşlik ediyor. Çarşamba günleri 18.00’da yayınlanan programda, eski ve yeni birçok yabancı şarkı, dinleyiciyle buluşuyor. Her hafta Amerika ve Avrupa listeleriyle paralel olarak hazırlanan diğer radyo programı “Dünyadan gelen sesler”de ise en sevilen 10 şarkının geri sayımı yapılıyor. Program her pazar saat 15.00’da TRT Radyo 3’te...
TRT RADYO 3’TE PROGRAM YAPAN İLKE ALBAYRAK, BİLGİSAYARLARIN LİSTELEDİĞİ ŞARKILARIN, RADYONUN RUHUNU ÖLDÜRDÜĞÜNÜ, ŞARKILARI CD’LERDEN SEÇMEKTEN ÇOK MUTLU OLDUĞUNU SÖYLEDİ
“Bol bol başka programcıları dinliyorum ve bir dinleyici olarak beni rahatsız eden şeylerden kendi programımda uzak duruyorum.”
Özel radyodan, devlet radyosuna geçerek farklı tecrübe edinmek mi istediniz?
Capital Radio, bir radyocunun işini kaliteli yapabileceği ve istediği popülerliği yakalayabileceği bir yerdi. Ama format DJ’liğinin ötesine geçmek, radyoculukta farklı şeyler denemek istedim.
TRT Ankara Radyosu’nun da farklı birikimlerden, farklı yeteneklerden ve seslerden dış yapımcı olarak faydalandığını öğrendim. İstediğim gibi programlar yapabileceğime inandım.
Geçiş döneminde dinleyicilerin ya da çevrenizin tepkisi nasıl oldu?
Bu, sadece kemikleşmiş dinleyicilerinizi kaybetme korkusu taşıdığınız bir süreç oluyor. Ama dezavantaj diye düşünülebilecek her şey avantaja dönüştü.
Radyoma eski dinleyicilerim gelmeye başladı. Yeni dinleyicilerim olmaya başladı. Bu durumdan ben dahil, herkes memnun oldu.
TRT radyolarıyla ilgili ‘ağır olma’ algılaması sizin için ne ifade ediyor?
Dinleyiciler, radyolarına saygı duyuyor. Bunu sizinle telefonda konuşurken, şarkı isterken bile kurdukları cümlelerden anlayabiliyorsunuz.
Peki siz “Daha da ölçülü olmalıyım” hissine kapıldınız mı?
Her şeyden önce bir kamu yayıncısıyım ve bunun belli başlı sorumlulukları tabi ki var. Bu sorumlulukların neler olduğunu iyi bildikten sonra yayınlarınız daha dikkatli, özenli, seviyeli oluyor ve sınırlar da ortadan kalkıyor.
TRT Radyo 3’teki programınızdan bahseder misiniz?
Radyo 3’te 2 ayrı program hazırlıyor ve sunuyorum. “Çalar Saat” 2006 yılında bir sabah şovu olarak başladı, yeni yılla birlikte akşam eve dönüş yolunda dinleyicilere eşlik ediyor. Programda eskiden yeniye birçok yabancı şarkıya ulaşmak mümkün.
Programda sanatçı ve grupların detaylı tanıtımları yer alıyor, müzik tarzları içinde bulundukları dönemlerle değerlendiriliyor, müzik dünyasının güncel gelişmeleri aktarılıyor ve albümler hakkında keyifli bilgiler paylaşılıyor.
“Dünyadan gelen sesler” ise, tamamen popüler müzikten hoşlananlar için hazırlanmış bir geri sayım programı. Her hafta Amerika ve Avrupa listeleriyle paralel hazırlanan listede en sevilen 10 şarkının geri sayımı yapılıyor.
Nasıl hazırlanıyorsunuz programlara?
Ne yapacağınız değil de, ne yapmayacağınız çok önemli. Ben de bunun için bol bol başka programcıları dinliyorum ve bir dinleyici olarak beni rahatsız eden şeylerden kendi programımda uzak duruyorum. Radyo 3 dinleyicileri bilgiye çok değer veriyor. Ben de bol bol okuyor dinliyor, yazıyor ve konuşuyorum.
Televizyonda da farklı projelerde yer alıyorsunuz, onlardan da bahseder misiniz?
Şuan yapımcılığını ve sunuculuğunu yaptığım 2 ayrı televizyon programım var. “Şehir ve Sanat” ve “Gençlik Klubü” Bu çeşitliliği ve rahatlığı sağlayabilmenin yoluysa tabii ki radyoculuktan geçti. Televizyonda 1-2 saati aşan canlı yayınlarda zorlanmadan program yapıyor olmamın tek açıklaması, vakti zamanında radyo programlarında sizi kimse görmez etmezken, canlı yayında bir insanın başına gelebilecek tüm aksilikleri atlatmış olmaktan geçiyor.
Teknolojiyle beraber, radyoculuğun bugün geldiği noktayı nasıl buluyorsunuz?
Teknik açıdan daha kaliteli, ama içerikler açısından çoğu radyo için aynı şeyi söylemek pek de mümkün değil.
Çoğu radyoda programları sanki DJ’ler değil de yayın yönetmenleri ve müzik direktörleri yapıyor.
Onlar şarkıları seçiyor. Nerede, ne zaman, kaç saniye, konuşacağına karar veriyor. Programcı da 2-3 şarkıda bir gelip mikrofonunu açıp bir şeyler söylüyor.
Otomasyon sistemleri belli bir düzen ve kolaylık sağlasa da bana kalırsa bu düzen işin ruhunu öldürüyor. Otomasyon kullanma şansım olsa da, ben hâlâ çizildiğinde üzüldüğüm, tozunu almaktan keyif aldığım CD’lerle program yapmaktan ve “Acaba bu şarkıdan sonra ne çalsam güzel olur?”un kararını kendim verebilmekten mutluyum.