İlk bölümü izledik ev ahalisi, “Valla iyi gibi duruyor, izlenir” dedi. İkinci bölüm başladı. Evde kıpırdanma yok. Halbuki birinci bölümde hoş cümlelerle serpiştirilen hikaye, olabildiğince akıp gidiyordu gülümseterek. Dizinin ‘yaramaz çocuk keyfi’nden ‘yaramaz çocuk olma mecburiyeti’ne evrildiği hissine kapıldık diyelim.
Ulus devlet göndermesi
İlhan (Zafer Algöz), Tarık (Doğu Demirkol) ve Şair Lütfü’yü (Barış Yıldız) kanatları altına alıp, 17’nci yüzyıla götürüyor. Şair Nef’i karşınızda... Odaya zenci haremağası girer. “Dardayım kendilerini hicvettiğim için kellemi istiyorlar” der Nef’i, yardım ister. Bu cümle mesela daha bir ‘hiciv yüklü’ olabilirdi. İlhan, “Bu kaçıncı ya? Akıllanmadı ki! (Şair için) Kalbini kırmadığı bir tek saraydaki zenci haremağası kaldı”. Şair Lütfü, “Zenci menci, ırkçılık yapma!” İlhan, “Bu devirde ırkçılık yok. Hele bir 100 sene geçsin, ulus devlet kurulsun, sen o zaman gör tantanayı...”
Çek çekebildiğin yere cümlesi!
Tesadüfen seçilmiş bir ‘espri’ değil. Adrese teslim gibi geldi!
Ha bir de ev ahalisi “Amerikan esprisi” dediği bir sahne vardı. Tarık, Eylem’e (Dilhan Naz Özgülüş) İrem’i yanına alması için ısrarda: “Olmaz diyorum Tarık. Amerika gibi geçici bir süre diye gelecek, evimden çıkmayacak.” Biz, “Yahu ne giydirdi!” ya da “Ne çaktı be, vay!” böyle cümleler bekliyoruz galiba!
‘SIFIR BİR’ YA DA ‘RAMO’
‘Sıfır Bir Adana’nın belli bölümlerini izledim, daha taze üzerine ‘Ramo’ geldi. Hani seyretmesem “Adana dizisi geldi” diyebilirdim. Bazen rahatsız edici sahneleri içimi daraltmıyor değil. Daral diyor sana, kavganın, küfrün, silahın özgürlüğü değil; yaşanılanların gerçeği. Giremezsin belki bu mahalleye ama bil ne yaşıyoruz, bil bizim de rüyalarımız, umutlarımız var. Ne kadar ‘Ramo’nun tipleri ‘manyak’ olsa, Hürriyet Mahallesi’nin harbi çocuklarının yanına yaklaşmaları mümkün değildi. ‘Ramo’yu izlerken tak diye bunlar aklıma geldi.
‘Çukur’umuz vardı, ‘Ramo’muz oldu. Bol rap’li günlere diyelim. Yeni kitle ekranda ne AB ne CD, sonuna kadar Bağcılar...