"Ben hoş beşe gofret dersem, sen hoş beşe gofret dersen bakkal Refik Amca’nın, başlayıp da, duramayan milyonların yüzüne nasıl bakarız?" diyordu reklamda... Yani ‘Ben yanmasam/Sen yanmasan/Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?’ dizelerinin ‘tüketim endüstrisinde’ kullanılmış haliydi ekrana gelen... Reklam dünyası ‘Che’den başlayarak, John Lennon ‘Imagine’dan çıkarak ‘solcu’ unsurları da kullanmıştır. Mesela ODTÜ’nün ‘Devrim’ yazısı, “Kariyerde devrim yap” diyerek tüketilmiştir. Reklam, sağ-sol bakmaz, işine geleni kullanır. Reklam, çok güleçtir, sevecendir fakat hayli sinsidir. Her reklam, “En iyisi benim” diyerek bir diğerinin ne kadar kötü olduğunu anlatmaktır. Hoşumuza giden zeki reklamlar yok mu? Var, izliyor muyuz? Evet... “Kahrolsun reklam” diyor muyuz? Belki yalandan, vazgeçemiyoruz... Ama huyunu suyunu da bilmek lazım. Ev ahalisi, “Yahu bu Nazım’ın şiirine benziyor” dediğinde aklıma geldi bu satırlar...
ÜZÜLEREK SÖYLEYELİM...‘Çarpışma’ dizisinin ikinci bölümünün ardından, “Peki ne yapalım çarpışmışlarsa?” dedirtti. O kadar havada, o kadar zorlama olaylar silsilesi var ki... Kıvanç Tatlıtuğ, rakip defansın arasında kaybolan, buna rağmen çabalayan, gol atmaya çalışan bir forvet misali gibiydi. İlk bölüm sonrasında yazmıştım ‘Tatlıtuğ dersini çok iyi çalışmış’ diye... Evet, dizide merak edilen çok soru var. Merak uyandırmaması, içine fazla giremememiz, bizlere hakkıyla sunulamıyor olmasından ileri gelebilir mi?
Bu arada, ev ahalisi müzikleri duydukça aklına ‘Çukur’ dizisi geliyor.
Galiba bu da başka bir handikap...
Kötü müzik meselesi değil. Aynı tornadan çıkmış bir ‘sound’ meselesi...