Ev alma konusu hayatımın önemli yerine yerleştiğinden beri Milliyetemlak.com, Hürriyetemlak.com ve Sahibinden.com sitelerini ezberledim. Satılık ilanı asılı o kadar çok ev gezdim ki İstanbul’da gezmediğim tek ev sizinki olabilir.
Malum ev satın almak zor iş. Üstelik sadece maddi zorluğundan da bahsetmiyorum. İnsanın kafasındakine göre bir ev bulması hayallerinin gerçekleşmesi demek. Benim kriterlerim belli. Ara kat olsun, mutfağı büyük olsun, merkezi olsun ve çocuklarımın iyi yetişimine uygun bir muhitte olsun. Çocuklarım dediğime bakmayın henüz evli bile değilim (gerçi bu yeterli bir açıklama olmadı keşke kısaca henüz çocuğum yok yazsaydım!). Ama ev almak işte böyle bir şey. Anı düşünme lüksünüz yok. Geleceği de düşünmelisiniz. Nasıl şimdi havalar güzel kış gelince ısınabilecek miyim ya da çatısı akacak mı gibi detayları düşünüyorsanız çocuklarım olursa bu evde rahat edebilir miyim, bu muhitte gönül rahatlığıyla sokağa bırakabilir miyim vs. gibi detayları da düşünmelisiniz.
Şimdi sorarım size Pınar Altuğ, popüler ve gözde bir semt diye Bebek’ten bir ev alıp bu eve 1 milyon dolar gibi astronomik bir rakam öderken sizce geleceği de düşünmüş mü? Bebek’teki o evin o kadar pahalı olmasının nedeni yerlerin altın kaplı tavanların pırlantadan olması mı? Hayır! İstanbul’un en “in” kafelerine yakın, en gürültülü, en trafikli, en yoğun semtinde olması. Şimdi bekarken bu evi sevip bir milyon dolar ödeyen biri çocuğu olduğu için şikayet etme hakkına sahip midir? Yoksa bu eve bu kadar para yatırmadan önce bugünleri düşünmeli miydi?
Bu arada gürültülü kafeleri filan savunduğum yok aman yanlış anlaşılmasın. Ama Pınar Altuğ o evi aldığında bu kafelerin yarısı zaten oradaydı ve bu gürültü zaten mevcuttu. O zaman “piyasa” olan şimdi “tu kaka” olduysa, suç kafelerde olmamalı bence. Ya sizce?
Bir havluya âşık olmakBilenler iyi bilir pazarlamada “LoveMarks” adlı bir kavram vardır. Bu kısaca bir markanın ulaşabileceği son noktadır. Tüketicisiyle arasında öyle bir bağ kurmuştur ki bunu sadece tek bir kelime tasvir edebilir “aşk”! Milliyet’le kurduğum bağda (işverenim olduğu için) tarafsız olamadığımı düşünerek onu dışarıda bırakırsak hiçbir zaman bir markayla öyle bir bağ kuramadığımı itiraf edebilirdim. Eğer Chakra ile tanışmamış olsaydım!
Âşık olduğum bu marka, havlu üretiyor. Ama öyle havlu deyip geçmeyin. Hani sadece yumuşatıcı reklamlarında gördüğünüz ama ne kadar yumuşatıcı koyarsanız koyun asla o kadar yumuşamayan havlular var ya, işte o kural bu havlular için geçerli değil. İçeriğindeki bambu sayesinde inanılmaz emici ve yumuşak olan bu havlulara âşık olmamak mümkün değil. (Bu arada yıkandıkça daha da yumuşuyorlar.)
Üstelik bu kadar övdüğüm ve adından yabancı bir yatırımmış hissine kapıldığımız bu marka yüzde 100 Türk malı! Chakra, Denizli’de faaliyet gösteren Kocaer Tekstil’e bağlıymış. Bugüne kadar bambu lifinden ürettiği havlu ve bornoz ürünlerini dünyanın önde gelen pazarlarına ihraç edip Victoria’s Secret DKNY, Calvin Klein, Marks&Spencer gibi markalara özel üretimler yapan firmanın kendi markasıymış. Helal olsun! Ne sahiplerini tanırım ne de halkla ilişkilercilerini. Ben sadece ürünlerine hayran sıradan bir tüketiciyim. Önce bir el havlusuyla başladım alışverişe şimdi çeyizimi dolduruyorum. Mutlaka siz de denemelisiniz...
Bir avuç adalet iyi gelir (her şeye)!Hastalıktan kıvranıyordum. Baktım ne ilaçlar ne de çorbalar işe yarıyor; çareyi kendimi haberlerle oyalamakta buldum. Zaman geçtikçe ağrılarım da geçer sanmıştım. Meğer tek ihtiyacım olan biraz adaletmiş! İlk önce 14 yaşındaki minik bir kıza cinsel istismarda bulunan Hüseyin Üzmez’in 13 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasına çarptırıldığını okudum. Üşümem geçti. Sonra Münevver Karabulut’un katil zanlısı Cem Garipoğlu’nun yakalandığını daha doğrusu teslim olduğunu okudum. Mide ağrı bitiverdi. Demek ki neymiş? Bir avuç adalet iyi gelirmiş.