13.08.2010 - 01:00 | Son Güncellenme:
PABLO PICASSO
Asıl adı Pablo, Diègo, Josè Francisco de Paul, Juan Nepomuceno, Maria de los Remedios, Crispiniano de la Santissima Trinidad Ruiz-Picasso. 1881’de, İspanya’nın güneyinde, Málaga’da doğdu. Kafası çalışan, dediğini yaptıran bir çocuk olan Pablo her yerde resim yapan babasının peşinde, özellikle de boğa güreşinde. Okuldan hoşlanmadığı besbelli. “Öteki öğrenciler dersi izlerken Pablo defterlerine durup dinlenmeden güvercin ve boğa güreşi resimleri çiziyordu.”
Çocukken başladı
Her gün bir patırtı yaşanıyor. Hizmetçi kadın Carmen onu zorla okula götürüyor ama resmini yapmak üzere Pablo’nun yanında bir güvercin götürmesine ses çıkarılmaması koşuluyla. “Resim yapıyordum, resim yapıyordum, resim yapıyordum. Resim yapmaya ara vermeksizin orada sonsuza kadar kalabilirdim.” Uğraştırdığı için babası onu okuldan alıyor ve bir öğretmen tutuyor. Sonuç; sonuç yok. Sekiz yaşındayken ilk tuvaline yağlı boya resim yapıyor. Aile La Coruña’ya taşınıyor. Pablo buradaki okula veriliyor, yine başarısız. Talihe bakın ki aynı yerde bir sanat okulu da bulunuyor. Kendini buraya kaydettirmeyi başarıyor. 13 yaşındayken, bir hekimin yardımıyla resimlerini özel olarak sergiliyor. Yazı yazmayı sevmiyor. Bu yüzden, Málaga’daki ailesine haber ulaştırmak için Azuly Blanco adlı resimli bir dergi oluşturuyor. Picasso babasının bir gün kendisini çağırdığını anlatıyor: “Babam bana boyalarını ve fırçalarını verdi ve bir daha resim yapmadı.” Öğretmenlerinin verdiği eğitime karşı çıkıyor: Pablo kendini özgür hissetmek ve özgür olmak istiyor. Daha birkaç yıl geçecek ve herkes ona hak verecek.
LEONARDO DA VINCI
Ben Leonardo, G.E.D.’yim (geleceğin evrensel dâhisi); bunu size şimdiden söylüyorum. Hayır, soylu falan değilim. Leonardo, İtalya’da küçücük bir köy. Ben orada 1452’de dünyaya geldim. Bir köylü kadın olan annem Caterina, köyden geçen zengin bir notere gönlünü kaptırıyor. Sonunda G.E.D. önce yasadışı bir çocuk olarak doğuyor. Fakat bu durum, o çağda, İtalya’nın bu köşesinde, bir sorun olarak görülmüyor. “Görülmüyor” dedim ama olup bitenleri de pek hatırlamıyorum.
Çağımın kötü bir ressamı olan Vasari’nin sözlerine inanmaktan başka yapacak bir şeyim yok. Vasari, çağının sanatçılarının hayatlarını kaleme alarak ünlenmiştir. Dikkat, Vasari’ye güvenmemek gerekir, aklına eseni söyler. Babamın ailesinin yaşadığı kent arasında gidip geliyorum. Onlar bana çömlekçiliğin sırlarını öğretiyorlar. Bunu söyleyen Vasari. Bildiğim şey özgür olmam ve başımın çaresine hep kendim bakmamdır. Yazı yazmayı kendi kendime öğrenmek zorunda kalıyorum. Sağ sayfadan başlayarak sol elimle yazıyorum. Her şeyle ilgileniyorum; güzel sanatlarla, müzikle, şiirle. Elbette resimle. Yaptıklarımdan etkilenen babam resimlerimi büyük usta Verrocchio’ya gösteriyor o da beni yanına alıyor. Tam bir peri masalı. Kabıma sığamıyorum, kendi kendime icatlar yapıyorum, her şeye el atıyorum. Ressamlar Loncası’na yazılıyorum ve bir yıl sonra “Meryem’e Müjde” adlı ilk büyük resmimi yapıyorum. Onun ışığının ona gelene kadarki her şeyi aştığı söyleniyor. Bunu söyleyen yine Vasari. Madem ki G.E.D.’siniz, öyleyse dur durak yok.
JACK LONDON
John Griffith London (ona Jack diyelim, bu daha çok biliniyor) 1876’da San Francisco’da doğdu. Babasının kim olduğunu bilmiyor, daha o doğmadan annesi intihara kalkışıyor, bir sütanneye veriliyor. Jack sekiz aylıkken John London adında bir dikiş makinesi satıcısı, anneyi ve küçük Jack’i koruması altına alıyor.
“Dört yaşından dokuz yaşına kadar hayatım Kaliforniya’nın çiftliklerinde geçti. Okuma yazmayı beş yaşlarında öğrendim ama bunun nasıl olduğunu hatırlamıyorum. Bana öyle geliyor ki kendimi bildim bileli okuma yazmam var ve öncesiyle ilgili hiçbir anım yok. Ana babama bakılırsa bunları bana öğretsinler diye onları zorlarmışım. Ne bulursam okuyordum, çünkü okunacak şey bulmak çok enderdi ve elime geçen her şeyi nimet sayıyordum. şunu da eklemeliyim; Kaliforniya’nın ıssız bir çiftliğindeki hayat insanın düş dünyası için pek yavandır.”
Jack; okumayı, yazmayı ve kavga etmeyi sürdürüyor. Gerçek bir asi; yoksul ve partal giysiler içinde ama kendine saygı gösterilmesini yumruklarıyla sağlıyor. Bütün benzeri ABD’li büyük yazarlar gibi ne iş olsa yapıyor: İstiridye toplayıcılığı, balıkçı teknesinde gözcülük, dövüşçülük. Bir süre kaçak yolcu olarak yük trenleriyle ülkeyi dolaşıyor. Bir yandan elektrik işleriyle uğraşırken bir yandan da üniversiteye devam ediyor. (Berkeley Üniversitesi’nde sadece bir yıl okuyup buradan ayrılıyor; çünkü öteki öğrencileri aptal ve bencil buluyor). Bir süre altın arayıcılığı, avarelik, hırsızlık, hapis yatma, siyasal eylemlerle geçiyor. Bunları anlatıp sözü uzatmayalım. Unutulmaması gereken önemli bir şey var; bu da asla ve asla okumayı bir yana bırakmamasıdır.