Türkiye, bu sene de Eurovision Şarkı Yarışması’na katılmayacak. Evde, televizyon karşısında dünya kupası finali seyredermiş gibi yarışmayı izleyen, gelen her oyda havaya sıçrayan ve oy vermeyen ülkeleri düşman belleyen bir kuşaktanım ben.
‘Seninle Bir Dakika’, ‘Opera’, ‘Aman Petrol Canım Petrol’, ‘Dönme Dolap’ ‘Halley’ ve ‘Diday Diday Day’ parçalarını, yarışmada Türkiye’yi temsil eden tüm şarkıları hâlen ezbere bilirim. Kayahan’ın ‘Gözlerinin Hapsindeyim’ ya da MFÖ’nün ‘Sufi’si var ya, o şarkıları da çoğu kişi ezbere bilir, onlar da finallerde Türkiye’yi temsil eden şarkılardandır. O yüzden TRT’nin yarışmaya dönmeme kararı üzerine söylemem gerekenler var:
- Yarışmayı düzenleyen EBU’nun beş büyük üyesi; İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya ve İtalya, yarı finallere katılmayıp doğrudan final kısmına dahil oluyorlar. Oylamada sıfır çekmiş İngiltere’nin böyle bir hakkı varsa, Türkiye’nin neden yok?Kaldı ki aynı sebepten dolayı İtalya, 16 yıl yarışmaya katılmamış ardından büyük ülkeler grubuna alınmıştı.
- Yarışma dediğin şeffaf ve sonuçları tartışmasız olur. Yüksek Sadakat’in yarı finalde elendiği 2011 yarışmasını hatırlayın. EBU, telefonla oy verme sisteminde arıza olduğunu iddia etti ama, sistemi açmayı unuttukları bilgisi kulislere yayıldı.
- Oylamadaki haksızlıklara gelince, belli ki zurnanın zırt dediği yer burası. EBU, son dönemde neredeyse her sene, oylama sistemiyle oynama ihtiyacı duyuyor. Sorun olmasa oynamazlar değil mi?
- İşin içinde bir de puan mühendisliği var gibi. Mesela hangi ülkenin kaçıncı sırada sahneye çıkacağına neden EBU yönetimi karar veriyor? Bilinen gerçek, son çıkan şarkılar akılda daha çok kalır, daha çok puan alabilir.
Siyasi dostluk ya da komşuluk adına verilen puanlardan tutun da, yarışmanın geneli ya da Avrupa Yayın Birliği organizasyonuna Avusturalya’nın daimi katılımcı
haline gelmesi gibi bir sürü sıkıntısı var yarışmanın. O yüzden güzel bir nostalji gecesi yaşamama engel teşkil edecek olsa bile, TRT’nin aldığı karar doğru.
Aşk, koca parası yemektir...
Eğer sen, “Gençliğimi, güzelliğimi ve şöhretimi verdim. Elbette parasını yiyeceğim” dersen, maçoluk propagandası yapanlar da “Evlenince ayağıma terliğimi getirecek, kahvemi de yapacak” derler.
Hayvansever faşizmi
Önce şahit olduğum olayı anlatayım ki, başlığın anlamı olsun. Bahçeli villalardan oluşan bir site düşünün. Buranın en büyük sorunlarından birisi, içeriye giren ve zaman zaman saldırganlaşan, hatta 1-2 kişiyi de ısıran sokak köpekleri. Site sakinlerinin bir kısmı, “Çocuklar sitenin ortak alanlarına çıkmaya korkuyor” diyerek site dışına bir beslenme alanı yapılmasını ve sokak hayvanlarını beslemek isteyenlerin evlerin önüne değil buraya mama bırakmasını öneriyor.
Hayvansever olduğunu söyleyen birisi de, “Madem öyle çocuklarınızı sokağa çıkarmayın” diyor insanlara. Bu fikre itiraz edenler, “O zaman siz sahiplenin bu köpekleri” diyerek “Hatta boş villanız var, onun bahçesinde bakın” önerisini sunuyor.
Adam bunları kabul etmiyor ve çocuklar sokağa çıkmasın o zaman diye ısrarını sürdürüyor. Hayvanseverlik değil bunun adı bildiğiniz faşizm...
Şeytan üçgeni efsanesi