Aynı filmi kaçıncı kez görüyoruz farkında mısınız? Tarkan ne zaman yeni bir şarkı ya da albüm yapsa mutlaka beğenmeyen, ‘eski şarkıların tadı yok’ diyenler çıkar. Aradan bir süre geçer, en fazla dudak bükenler bile şarkılarını ezbere söylemeye başlarlar. Tarkan’dan daha beterini yaşayanlar da oldu bu ülkede...
Mesela İbrahim Tatlıses, Müslüm Gürses ya da Orhan Gencebay dinlemeyi küçültücü bulduğunu söyleyip de, gizli gizli dinleyen birçok insan oldu geçmişte.
Yahu dinlediği şarkı insanın zevklerini ya da hayata bakışını yansıtır mı? Hem ‘Batsın Bu Dünya’ parçasını sevip hem de Vivaldi dinlemek mümkün değil mi?
Bazen sadece müzik bazen de bir şarkının sözleri yakalar insanı, kapılır gidersin.
Ama yok öyle olmuyor bizim ülkemizde... Ahmet Kaya ‘Yorgun Demokrat’ albümünü yaptığında sol bir dergi “Devrim mücadelesinde olanlar asla yorulmaz” diye kapak yapmıştı.
O derginin adını dahi hatırlamıyorum bugün. Liberal ekonominin fikir babası Adam Smith’in “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” sözü var ya, onu müziğe uyarlamak lazım. “Bırakınız dinlesinler, bırakınız sevsinler... “
Her kuruşuna helal olsun!
THY’nin, Kadın Basketbol Milli Takımı için hazırladığı sürprizi seyrettiniz mi? Kendi adıma, göz pınarlarımda biriken yaşları salmadan seyrettim o filmi. Bir kere, sonra bir kere daha, sonra birkaç kere daha... Önce babalarını dinleyen kızların heyecanını, duygusallığını fark ettim. İkinci seyredişimde kızlarıyla gurur duyan babaların dudaklarının titreyişinde kaldı aklım, yüreğim...
Çevremdekilere sordum, seyredip de etkilenmeyen tek bir kişiyle bile karşılaşmadım. O yüzden, bu film için harcanan her kuruşa helal olsun...
Biraz gırgır, biraz fırt
Cuma günleri Gırgır, pazartesi günleri Fırt çıkardı piyasaya. Avanak Avni’yi de Arap Kadri’yi de çok severdik. Salacak Plajı’nı Camgöz Recai ve arkadaşlarının maceralarını okurduk, Utanmaz Adam karikatürlerine gülerken...
Amcası Oğuz Aral, babası Tekin Aral’ın mirasıydı hepimize Ayşe Aral, çok genç yaşta aramızdan ayrıldı gitti. Türk medyasında bir devir kapandı, mekanın cennet olsun Ayşe...
Sığınak...
İstanbul’da Boğaz kıyısında kendime sığınak bulmuştum yıllar önce. Bir gemi hafif hızlı geçse, dalgasının gücünden hissedecek kadar denizin içinde bir yerdi.
Sonra herkes tarafından keşfedildi, kalabalıklaştı, çayının tadı kaçtı ve moda oldu. Gitmenin bir anlamı kalmadı.
Eski bir Rum evinin avlusunu bahçe yapmışlar, içinde de dev bir incir ağacı...
İncirin gölgesi, uçuk mavi ve pembe renkler, özenli bir mutfak, Alaçatı için oldukça makul fiyatlar... Mayıs başıydı, The Place’i keşfettiğimde, bilerek yazmadım bir süre, sığınağım bana kalsın istedim. Şimdi de yazmaya karar verdim zira seneye mayısta da orayı aynı şekilde bulmak istiyorum. Ne garip bir ikilem bu değil mi?