Çarşamba günü sis nedeniyle Sabiha Gökçen’den bir sürü uçuş iptal edildi. Günümüz teknolojisi iniş yapan uçakları sıfır görüşte bile pist başına getirebiliyor. Peki böyle bir durumda bilimden acaba ne kadar faydalanıyoruz? Başta Londra’daki havalimanları olmak üzere yoğun sis alan yerlerde gümüş iyodür kullanılarak pistler belirli bir süre açık tutulabiliyor.
Bir kamyonetin arkasından havaya bırakılan gümüş iyodür, havada asılı bulunan zerrecikleri bir süre yere indiriyor. O sürede belirli sayıda uçağın iniş ya da kalkış yapmasına olanak sağlıyor. Bir uçuşu iptal etmenin havayolu şirketlerine ciddi zararı olur. Kalan yolcunun yemeğinden oteline kadar bir sürü para ödenir, kalkamayan ya da inemeyen uçağın diğer uçuşları da durumdan etkilenir. Sanırım bilimi biraz daha fazla işlerin içine sokmamız gerekecek...
Mezarlık sosyetesi...
Meslek hayatım boyunca en çok Zincirlikuyu Mezarlığı’nda yer bulmak isteyenlerden yardım talebi geldi bana. Nadiren vefat edenin vasiyeti, çoğunlukla da geriye kalanların arzusudur iyi bir mezarlık. Zaman içerisinde bu iş prestij meselesi haline geldi. Zincirlikuyu’da boş bir sürü kabristana aile adını taşıyan taşlar da bu yüzden konuluyor olmalı. Bir dönem medyada da çeşitli görevler yapmış bir
ekonomi bürokratı, beş boş mezarın üzerine adı ve soyadıyla aile kabristanı diye kocaman bir taş dikmişti. O günden beri, biraz da bu merakla okurum mezar taşlarını. Meğer mezarlık sosyetesi dediğimiz iş, sadece bizim memlekette popüler olan bir şey değilmiş. Geçenlerde bir dergide dünyanın en pahalı mezar yerlerinin listesiyle karşılaştım. Los Angeles’ta Westwood Village mezarlığında rakamlar 4.6 milyon dolara kadar çıkabiliyormuş.
Singapur’da Nirvana mezarlığında 520 bin dolar, Graceland Chicago’da da 120 bin dolar gibi rakamlar çıktı karşıma. Eğer hatırlayan, gelip bir dua eden olmazsa vefat edenler için hangi mezarlıkta yattığının çok bir önemi yok aslında.
Sıkıştığımız yer ve Moliere
Biri diğerinin adını kadın adı yapıyor, öbürü, ‘Gel sana göstereyim’ diyor... Bu ergen muhabbetini yapan isimler; Müjdat Gezen ve Nihat Doğan. Fikirleri ayrı ama söylenen sözlerde zerre fikir yok. Yaptıkları, hayata bakışları, karakterleri, sanattan anladıkları da farklı ama ikisi de bu ergen dilinde buluştular işte. Tek örnek bu olsa çok önemsemem ama Türkiye’de şiddet dili giderek yaygınlaşıyor ve bu noktada yazdığı tiyatro oyunlarıyla asırlardır insanları güldüren Moliere’nin bir sözünü hatırlamak gerekiyor: “Bir insanın canını döverek ya da küfrederek ancak bir süre yakabilirsiniz ama onu gülünç duruma düşürürseniz, bunu hayatı boyunca unutamaz.”
Türkiye, ister siyaset, ister futbol fark etmez rekabette bu ergen diline mahkum değil, olmamalı. Aksini bırakın, Nasrettin Hoca mirasına saygısızlık olur zaten.
Otobüsçüler kan ağlıyor
Bursa’da engelli bir gence, özel halk otobüsü şoförünün yaptıklarını eleştirmiştim. Manisa Akhisar’dan ilginç bilgiler geldi. Bir kere engelli, şehit ve gazi aileleri için, “Başımızın üzerinde yerleri var” diyor otobüsçüler ama 65 yaş üstü ücretsiz uygulamasına da karşı çıkıyorlar. Bana yolladıkları hesap oldukça ilginç:
Akhisar’da 32 halk otobüsü var, her araç günde 70 kişiyi bedava taşıyor. Bu yolcular bilet alsa günde 4 bin 480 TL, ayda da 134 bin 400 TL ödeyecek. Buna karşın belediye, 65 yaş üstü taşıma için araç başına aylık 750 TL veriyor ki, bu da toplam 24 bin TL ediyor.
Yani 65 yaş üstü bedava taşımada toplam gelirde, otobüsçüler aleyhine 110 bin 400 TL bir fark ortaya çıkıyor. Bu da az buz bir fark değil aslında....
Erkan Petekkaya ve demokrasi
Kimse hakkında aynı konuda iki kere yazmayı sevmem ama Erkan Petekkaya öyle bir demokrasi tanımlaması yaptı ki, yazmasam olmaz. Petekkaya daha önce, “Cem Yılmaz film yapmasın” demişti Nişantaşı’nda gazetecilerle karşılaşınca, yine bu muhabbet açılmış. Tırnak içinde cümleyi aynen alıyorum: “Sevmek zorunda mıyım? Sevmiyorum, demokrasi diye bir şey var, film yapmasın, gösterilerine devam etsin.”
Arkadaş, demokrasi olduğu için Cem Yılmaz’ı sevmemek, filmlerini eleştirmek ya da beğenmediğini dile getirmek hakkın zaten.
Ancak sen sevmediğin için birine, “Film yapmasın” dediğin zaman orada demokrasiyi bitirmiş oluyorsun. “Filmlerini beğenmiyorum, gitmem”, “Cem Yılmaz filmi demek sokağa atılan para demek” gibi ağır cümleler kur ama kimseye, “Şunu yapma” deme. Zaten aynı cümlede hem ‘yapma’ fiili hem de ‘demokrasi’ kelimesi komik oluyor.