Şarkı sözlerinde günah, suç, avına çıkmak gibi saçma bir tartışmanın içindeyiz günlerdir.
Cem Karaca’nın ‘Namus Belası’ parçasında “Yüz bin kere tövbe eder, yine şarap içeriz” dizesini, sansürledi birileri...
O şarkıda bir yere takılacak olsam, “Namus belasına gardaş, kıydığımız can bizim” dizesi olurdu tercihim ama şarkı bu sonuçta.
Çoğu kişi bilmez, Cem Karaca ve Apaşlar’ın 1967’de yaptığı bir eser vardır, ‘Dedi ki-Yok Yok’, müthiştir.
1860 yılında ölen halk ozanı Erzurumlu Emrah’ın şiiridir o şarkının sözleri:
“Dedim on beş nedir, dedi yaşımdır. Dedim daha var mı, söyledi yoh yoh.
...Dedim gül memeler, dedi koynumda. Dedim ver ağzıma söyledi yoh yoh”
Kağıt üzerinde ve 2019’da ne kadar ters geliyor insana değil mi?
Oysa müthiş bir şarkıdır bu.
Bunu beğenmek, yaşı kız çocuklarının evlendirilmesine onay vermek anlamına gelmez.
Tıpkı ‘Namus Belası’nı dinlemenin, namus cinayetlerini anlaşılır bulmak anlamına gelmeyeceği gibi...
Şarkı sözü avına çıkanlara bir de hatırlatmada bulunmak isterim.
Taliban, Kabil’i ele geçirdiğinde ilk iş olarak tüm müzik kasetlerini imha etmiş, tüm radyolara el koymuştu.
Dolayısıyla bu saçma tartışmayı bitirmek gerekiyor artık.
HEPİMİZ ADRİANA LİMA’YIZ...Adriana Lima, ABD medyasına demiş ki “Metin beni kullandı.”
Metin dediği Metin Hara.
Mesleği yazarlık ama popüler olmasını Adriana Lima ile yaşadığı ilişkiye borçlu.
Çok para harcadı bu iş için.
Bir halkla ilişkiler firması, bu ikili ne zaman yan yana gelse, bırakın öpüşmeyi, gaz çıkarsalar bile basın bülteni yolladı tüm gazetelere.
Gazeteler de Adriana Lima hatrına kullandılar o fotoğrafları...
Millet de sandı ki, bu ikilinin peşine muhabirler takılıdı attıkları her adım haber yapıldı.
Bana sorarsanız son dönemin en iyi projelerinden biridir bu iş.
Lima “Kullanıldım” diyormuş, doğru, kullanıldı, arada sadece aşk olsaydı, attıkları her adım basın bülteni olarak posta kutularına düşmezdi.
Fakat tek kullanılan ünlü model değil bu işte!
Hepimiz, fena halde kullanıldık.
KAR ALTINDA
KALAN MEDYA
Kimse ölmedi ya, hemen kapandı gitti Uludağ’da çatıdan düşen kar altında kalan altı kişinin meselesi...
‘PTT Binası’nın çatısından düşen karlar’ diye yazıldı haber.
O bina boş uzun zamandır, misafirhane
olarak kullanılıyordu, tasarruf tedbileri yüzünden de kapalı.
‘Özelleştirmek daha mı doğru olur acaba
atıl duracağına?’ diye yazan kimse olmadı
şu ana kadar.
Bursa’da hava sıcaklığı yükseldiğinde
çatılardaki karların problem olacağını bilmeyen kimse yok.
Peki, imar planı, yönetim, tedbirler almak konusunda kime bağlı Bursa?
Neden oteller bir türlü yenilenemiyor fikri olan da yok, merak edip araştıran da...
Biraz araştırsak öğreneceğiz yetki tartışmasını ama kimse ölmedi ya, kapattık gitti konuyu.
Oysa Uludağ’a Avrupa için kayak turizmi merkezi yapmaya çalıştırmamız lazım kafamızı.
Bu ülkeye turizmden döviz, sadece yaz mevsiminde değil kışın da girse fena mı olur?
Gazetecilik merak mesleğidir, biz merakımızı kaybettik galiba...
Demek dört kişiyi
ısırması
gerekiyormuşBağımsız, bahçeli evlerden oluşan bir site düşünün.
Sitedeki evlerden birisinin sahibi, bahçesinde değil; kapısının önünde bir sokak köpeği besliyor.
Ancak o köpek diğer komşuların ev hizmetlilerine birkaç kere saldırdı, sitede sokağa çıkan çocukları da korkuttu.
Müthiş bir hayvanseverlik tartışması başladı bu olaylarla birlikte.
Bir grup insan, sokak köpeğinin bahçe içinde ya da site dışında beslenmesini istedi.
Bu fikre karşı çıkanlar da hayvan düşmanlığıyla suçladılar insanları.
Site yönetimi çareyi belediyeyi aramakta buldu, aldıkları cevap, “Dört kişiyi ısırmadığı sürece gelip hayvanı alamayız.”
Baştan aşağı bir saçmalık manzumesi bu!
Bir kere belediye gelir de köpeği alıp barınağa götürürse, kendini hayvansever olarak tanımlayanlar gerçekten öyle mi olacaklar?
Bir köpeği kapının önünde beslemekle 500 metre ileride site dışında beslemek arasındaki tek fark, besleyenin tembelliği olur, köpek açısından fark etmez.
Değer mi o tembellik bir hayvanın barınağa kapatılmasına?
Belediyeler de eğer ‘dört
ısırma vakası’ şartı arıyorlarsa,
bu rakamı kim belirledi, neye göre belirledi, gerçekten merak ediyor insan...
KÖYE DÖNÜŞ MODASI...Magazin sayfalarında son yıllarda köye yerleşen ünlülerin haberleri yapılıyor sık sık.
Demet Evgar’ın ailesinin çok uzun yıllar önce aldığı ev de haber konusu oldu ya, yazayım dedim.
Köye dönmek insanlardan değil; büyük şehirlerden kaçmak demektir biraz.
Trafikten, sağlıksız beslen-meden, hareketsiz yaşamdan kaçıyorlar...
Bir de insanlardan kaçanlar var.
BBC’de ‘Sıfırın Altında Yaşam’ diye çok tutan bir belgesel
serisi var.
Alaska’da, en yakın yerleşim birimine 150 kilometrede yaşayan insanlar onlar, avcılıkla devam
ediyorlar yaşamlarına.
National Geographic’te de benzer bir seri var, bu kez ABD’nin çeşitli dağlarında yaşayan avcı-toplayıcı insanları anlatıyorlar.
Sonuç mu, İstanbul’dan Ege’nin köylerine göç edenler şehirden kaçıyorlar, diğer insanlardan değil...