Nusret’in New York’taki şubesinden olaylı şekilde ayrılan eski çalışanları, ABD medyasına verdikleri röportajda Nusret’in kendisini Tony Montana’ya benzettiğini anlatmışlar.
Kurtlar sofrasında, zar zor başarıyı yakalayan, Türkiye’den bir markanın, mobbing iddiasıyla karşı karşıya kalması tatsız bir durum.
Ama bunun kadar tatsız olan bir başka nokta, eğer doğruysa Nusret’in kendisini ‘Yaralı Yüz’ filminin efsanevi karakteri Tony Montana’ya benzettiği iddiası.
Aralarındaki tek temel benzerlik ikisinin de parayı ve gücü bulmadan önce, kariyerlerinde bulaşıkcılık olması.
Ancak filmdeki Tony Montana, parayı buluncaya kadar adam kesti, Nusret sadece
et kesti.
Montana’nın hayatını değiştiren şey, önce emrinde çalıştığı, karısı Elvira’ya aşık olduktan sonra da öldürdüğü mafya babası Frank Lopez’dir.
Nusret’in hayatını değiştiren şeyse, mesleğe başladığı markaya rakip bir marka yaratmak ve güçlü bir ortaklıkla yoluna devam etmek oldu.
Sonuç mu?
Nusret’ten bir Tony Montana karakteri çıkmaz.
Çıkmasına da gerek yok zaten...
ÇAĞATAY ULUSOY KİLO ALMIŞ
Dün Çağatay Ulusoy’un kilo aldığına dair haberler vardı her yerde.
İnsan kilo alıp, verebilir, zaman içerisinde kilosu değişebilir.
Değişmeyen şey, insanın zekası ve karakteridir.
O yüzden işin değişmesi mümkün görüntü kısmına değil, zeka ve karakter kısmına bakalım biz...
Bak şu konuşana!
Bir adamın, fikrine karşı olmak başka şeydir, karşı olduğumuz fikri dile getirdi diye, o adamın karakterine saldırmak başka bir tercihtir.
Okan’ın baba olmak ve çocuklarıyla oyun oynayan babalara yönelik sözlerine verilen tepkide ayar yine kaçtı,
bu birinci nokta.
İkinci nokta şu:
Yıllardır tanırım Okan Bayülgen’i, gündeme gelmek için uç laflar eden bir adam değildir.
Saçmalayabilir, söylediğini beğenmeyebilirsiniz ama saklı bir amaçla konuştuğunu söylemek, büyük haksızlık olur.
Bu iki noktanın altını çizip, sonra da Okan’a itirazımı
yazayım:
Yıllardır birlikte çalışıyoruz ve ikimizin de şahsen tanıdığı bir kız çocuğu ve bir babayı hatırlatmak isterim ona.
Bir tanesi, ünlü bir babaydı, kızının doğduğu yılı hatırlamıyor, kaçıncı sınıfa bile gittiğini bilmiyordu.
Bir diğerinde, babası zor ve özel zamanlarında hiç yanında olmamış bir genç kadın, baba rol modelinde insanlara aşık oluyordu.
Okan itiraz edecek bu yazdıklarıma ve “Ben saatlerce oyun oynayan babalardan söz ettim, çocuğunla ilgilenmek başka şey’”diyecek ve doğru söyleyecek.
Bayülgen, kızının en çok hangi dondurma çeşidini sevdiğini de bilir, kızıyla geçirdiği zamanların kıymetini de, moralini de, sağlığını da...
Son derece ilgili bir
babadır ama çocuklarıyla oyun oynamayı tercih eden babalara “Gerzek” diyerek bana göre de haksızlık yapmıştır.
Tek hafifletici sebebi, içinden geldiği ve herkes benden bahsetsin hesabı yapmadan cümle kurması...
Olaylardan beslenen adam
Asena Atalay-Caner Erkin-Berkay üçgeni kurulduğunda belli etmişti aslında nasıl biri olduğunu.
Arda ile yaşadıkları kavga gecesinde arkasında durdum Berkay’ın, zira özneye değil, yükleme bakıyorum yazarken.
Ama adama dair fikirlerim hiç değişmedi, o da hiç haksız çıkarmadı doğrusu beni.
Mahkeme salonunda dalga geçer gibi gelir açıkladığı zaman, İzmir’de otellerin kara listesine girdiği anlaşıldığında ve en nihayetinde Demet Akalın’ın hediye saati meselesinde, gamsız, aynı gereksiz şeyleri yapan adam olarak aklımızdaki yerini pekiştirdi.
En son kendisine aldığı 2.5 milyon TL’lik aracıyla Etiler’de ters yola girdiğinde görüntülenmiş Berkay.
Altındaki aracın değerine, adının bilinir olmasına ya da yumruklarına, bunlardan birine ya da hepsine güvenmiş olabilir bilmiyorum.
Asgari saygı kuralları konusunda zaman zaman sıkıntı yaşayan bir adamın, tanımadığı, ünsüz insanlara saygı duymasını beklemiyorum zaten.
Yine de insan aklını biraz da kendisi için kullanır diye düşünüyordum, yanılmışım.
Berkay çocuklarına sadece ev, arsa, otomobil değil bir de isim bırakacağını hiç aklından çıkarmamalı.
Olaylardan beslenen adam olmak yerine, adı geçtiğinde herkese “Çok iyi bir insandır” demesinin ne büyük mutluluk olacağını düşünmeli.
Yoksa bir yerde yine kavga edersiniz, sonra ücretinizi bir kez daha artırır, daha da çok para kazanabilirsiniz ama insanların sevgisi ve saygısını o parayla satın alamazsınız...
Padişahın haremindeki cariyeye aşık olmak
Cariyelere ders vermek için hareme girip de orada bir cariyeye aşık olmak, normalde kelle götürürdü ya... Hacı Arif Bey için öyle olmadı.
Çeşm-i Dilber gönlünü kaptıran bu genç müzisyene Sultan Abdülmecit, anlayış gösterdi ve evlenmelerine onay verdi.
Sonra hikaye sarpa sarıyor.
Çeşm-i Dilber bir süre sonra bir tüccara kaçıyor ve saraydan uzaklaştırılmış olan Hacı Arif Bey, bir besteyle tekrar hoşgörü kazanıp Saray’a geri dönüyor.
Bu kez de gönlünü Zülfü Nigar isimli cariyeye kaptırıyor.
Yine Sultan Abdülmecit’in
onayıyla evlilik izni çıkıyor, Hacı
Arif Bey tam mutluluğu yakaladım derken, Zülfü Nigar vereme yakalanıp, ölüyor. O acılı dönemde de Hacı Arif Bey, “Olmaz ilaç sine-i sad pareme” şarkısını besteliyor.
Bu sadece bir örnek aslında, Kalbim Ege’de kaldıdan tutun da, Kol Düğmeleri’ne kadar hayatımıza dokunan tüm şarkıların hikayelerini yazmış Murat Meriç.
İki ciltlik, ansiklopedi gibi bir kitap Hayat Dudaklarda Mey.
Okumaya başladığınız an içinde şarkı şarkı dolaşıyor, ruhunuzu ve hafızanızı tatmin ediyorsunuz.