Son iki haftada Netflix’te yayında olan ve yapanların bile “Irkçı bir film” dediği ‘Geceyarısı Ekspresi’ne dair iki yazı yazdım. İlk yazıda, yapanların bile utandığı bir filmin platformda olmaması gerektiğini, ikinci yazıda, bu ırkçı filme dair sessiz kalınmasından mutlu olmadığımı ve gerekirse her hafta yazacağımı belirttim.
Aynı gün son derece kibar bir bilgilendirme telefonu aldım.
İlk yazımdan sonra filmin kalkması için ABD’ye bir yazı gitmiş durumda.
“Ne zaman kalkar?” sorusunun şu an net bir cevabı yok. Telefonda, toplu alınan paketlerden ve süreli sözleşmelerden bahsedildi.
Türkiye’de de öyledir film satın alma işi.
İyi filmler tek başına pazarlanmaz. Yanına, tek pazarlanma şansı olmayan, iş yapmamış yapımlar da eklenir ve bir paket yaratılır.
O paketi satın alır kanallar, istediği iyi filmi yayınlar, diğerlerini yayına sokmasa bile parasını ödemiş olur.
“Sözleşmeler hep böyledir, parasını ödedikten sonra yayından hemen çekebilirsiniz” dedim ama Türkiye ofisinin tek başına vereceği bir karar olmadığını da bildiğim için fazla ısrar edemedim.
Kendi çektiği belgesellerde ırkçılığa karşı net bir duruşu olan bir markanın, ırkçı olduğunu çekenlerin bile kabul ettiği ‘Geceyarısı Ekspresi’ni en kısa sürede kaldıracağını umuyorum.
Bekleyip, göreceğiz birlikte...
Oğlun seni kurtarsa da Arda...
Sayılı gün sonra baba olacak Arda Turan.
Uzun bir aranın ardından medyada hakkında pozitif haberler çıkacak.
Bu iyi ama Arda’yı, kendisinden koruma, kollama meselesi halen havada.
İnsanlar baba oldukları günün duygusuyla hayata dair bazı kararlar verir, hayatlarındaki bazı şeyleri değiştirirler.
Oğluna, sen varken ve senden sonrası için ekonomik kısmı garanti altına alınmış bir hayat hazırlamış olabilir.
Problem şu ki, uzun bir aranın ardından hakkında çıkacak iyi haberlerin kaynağı Arda’nın oğlu olacak.
Bir babanın asıl görevi oğluna yatlar, katlar kadar, iyi ve saygın bir isim bırakmak değil mi?
Arda’nın oğluna böyle bir borcu var şu an.
Hıncal (Uluç) abi günlerdir Arda’nın başta öfke kontrolü olmak üzere psikolojik desteğe ihtiyacı olduğunu söylüyor.
Bence haksız değil ama daha fazlası lazım...
Geçmişte isminin parlamasına büyük ya da küçük faydası olan ve bugün kanlı bıçaklı olduğu herkesle barışmalı.
Özür dilemesi gerekenlerden özür dilemeli, affetmesi gerekenler varsa affetmeli.
Çocuk olan evde silah olmaz, olmamalı. Sonra da gidip ilk iş ruhsatını iptal ettirmeli, şu an emniyette olan silahını da unutmalı. Arda bunları yaptığı gün oğlu hayata 1-0 galip başlar, “Babam beni o kadar çok seviyor ki, doğduğum zaman hem geçmiş defterleri kapattı hem de küskünlüklerini sona erdirdi” diye düşünür büyüdüğünde. O yüzden Arda, oğluna bırakacağı en büyük mirasın eskisi kadar sevilen ve sayılan bir Arda Turan adı olduğunu anlamalı, ona göre davranmalı...
Ara Güler’in fotoğraflarına değil, sözlerine bak
“Babam benden Türk’tü, ben ondan daha Türk’üm” diyen bir Ara Güler’in ardından bile tartışabildik ya bazı şeyleri...
Siyasi hazımsızlık ve öfkemizin gölgesini düşürmeye çalıştık ya adının yanına, çektiği portreleri, portresini çektiği insanları konuşup da atladık ya yaşam felsefesini, bravo bize.
Pazar öğle TGRT Haber’de, Aslıgül Atasagun Çebi’nin daha önce yaptığı Ara Güler röportajının tekrarı vardı.
“Son sözüm, dünyada en değerli şey sevgi” diyen bir adamın adı üzerinden birbirimize nefretimizi kustuk biz.
Pes ki pes...
Mavi taksi edebiyatı
İster kamyon, ister otomobil fark etmez, araçların arkasındaki yazıları okumayı severim.
Bazısı çok komik olur, bazısı durur düşündürür insanı, bir duygunuza dokunur.
Geçtiğimiz hafta, İstanbul’un D ve üst segment araçlardan oluşan, turkuaz taksilerinden birinin arkasında bir yazı gördüm:
“Denizlerin kumuyum, ben bu işin kurtuyum” yazdırmış taksici arkadaş.
Kurduyum yerine “Kurtuyum” diye yazılmış olmasını falan geçiyorum bir kalem.
Lüks sayılan bir aracın arkasında garip duruyor yazı, havada kalıyor, ciğercinin kedisi havasıyla da çelişiyor.
O yüzden benim tercihim daha öğretici olan sarı taksi edebiyatı...
‘Hıncal Dede’ fırçası...
Kızım daha doğmadan bir posta kutusu açtım adına.
Hayatındaki önemli gelişmelere dair fotoğraf, duygu, bilgi, ne varsa atıyorum o posta kutusuna.
Büyüdüğünde okuyacak, mailin atıldığı tarihi görecek, mutlu olacak diye düşünüyor ve umuyorum.
Geçtiğimiz cuma günü ‘Yaşa Özay’ diye kocaman bir başlık atmıştı köşesine Hıncal (Uluç) abi.
Çok sever ve sayarım, o yazıyı da kızımın posta kutusuna yolladım.
Ertesi sabah da, “Hıncal dede bunları yazmış baban için” diyerek yolladığım mesajın fotoğrafını attım Hıncal abiye.
Cevap öğlen geldi: “Halt etmişsin. Ne dedesi? Abisi.. Abisi..” yazıyordu mesajda.
Akşam BBC Future dergisinde David Robson imzalı makaleyi okuyunca yerime çakıldım, kaldım. Makale, “Gerçek yaş mı, hissedilen yaş mı önemli?” sorusuna cevap arayan araştırmalardan yola çıkarak yazılmış.
Yazıyı bitirdim ve kızımın posta kutusuna, “Bak Hıncal abin ne yazmış?” diye düzeltme maili atmaya karar verdim.