Gülben Ergen’in bazı tartışmalarda üç çocuk annesi olduğunu hatırlatmasından, annelik kalkanını kullanmasından hiç hoşlanmam. Seren Serengil’e karşıysa sempati ya da antipati gibi herhangi bir duygum yok, olmasına da gerek yok. O yüzden bu yazıyı özneler için değil, namus kavgası gibi gözüken bir kavganın iç yüzü olarak yazıyorum.
Ortada iddia edildiği gibi bir namus kavgası değil, bildiğiniz kan davası var. 1987’de Stardust Gazinosu’nda çalıştığı dönemde Gülben Ergen, Seren Serengil’in
5 yıl büyük aşk yaşadığı iş adamını elinden almış. Adamın karakteri, boyu-posu değil iş adamı olması önemli galiba ki sadece buraya vurgu yapılmış tüm haberlerde. Her neyse o günden beri her fırsatta dalaşıyor bu ikili, birbirlerine de etmedik söz bırakmıyorlar.
Kavganın belden aşağı tarafı çok, detaylarına girmeyeceğim ama bu ülkede rezil olmak mümkün olmadığı için sonuçta ikisi de kazanıyor. Kazanıyorlar çünkü önemli olan adınızın gündemde kalması, nasıl kaldığı ya da ne olduğuyla ilgilenen kimse yok.
Ahmet Hakan’ın öteki kadına değil de aldatan eşlere laf söylesenize yazısına gelince:
Deniz Seki-Hüsnü Şenlendirici olayı ilk patladığından beri yazıp duruyorum bu fikri.
İyi günde, kötü günde, bir ömür birlikte olma sözü verip de sonra sözünü yiyen kimse, onu suçlamak gerekir diye, Ahmet’in de bu çizgiye gelmesine sevindim doğrusu.
Dikkat ölüyoruz...
Ekransız yaşamam abi!
Erken kalkan kazanır
Ünlü manken Cindy Crawford ile iş adamı Sir Richard Branson arasında ne benzerlik olabilir ki demeyin, var.
Aldatılmışlık duygusu ve sigorta sektörü
İnsanı en fazla öfkelendiren duygulardan biridir aldatılmışlık hissi. Sadece bir insana karşı hissedilmez bu duygu. Bazen bir markaya, bazen bir kuruma, bazen de koca bir sektöre karşı böyle bir duyguya kapılır insanlar. Türkiye’de sigorta sektörü bu durumu acaba ne kadar anlıyor?
Sene 2000, bedelli askerlik yapmak için Malatya’ya gitmeme 48 saat kala, voleybol oynarken düştüm, hastaneye gittim, teşhis kuyruk sokumunda çatlak. Hastaneden çıkma zamanı geldi,
o dönemin ünlü sağlık sigorta şirketi bel fıtığı nedeniyle kapsam dışına aldı çatlağı. Ertesi gün telefon açıp, “Kolumun çatlamasıyla, kuyruk sokumu çatlaması arasında ne fark var, bunun bel fıtığıyla ne ilgisi olabilir?” diye sordum, gazeteciyim ya odama çiçekler, “Aman lütfen faturanızı hemen ödeyelim” ricaları, özür telefonları...
Kabul etmedim tekliflerini, ezilsinler istedim, başardım mı bilmiyorum.
Aradan 17 sene geçti, pazar günü duş aldıktan hemen sonra rüzgarlı havada dışarı çıkmanın bedelini tutularak ödedim. Hastaneye gittim, zira reçetesiz iğne yaptırmanın imkanı yok. Doktor, kas gevşetici ve ağrı kesici bir iğne yaptı. Çıktım, yine Türkiye’nin en büyük sağlık sigorta şirketlerinden biri, “Bel fıtığı, kapsam dışı” diye ödeme yapmayı kabul etmedi. O sırada raporu yazan doktor da duruma isyan etti, “Bel fıtığıyla, tutulmanın ne alakası var?” diye ama fark etmiyor işte.
Gazeteci kendi sorununu yazmaz derler, evinin yolunu yaptırmak için yazıyorsan doğru yazmamalı ama burada kendimi değil herkesin yaşadığı bir sorunu yazıyorum. O yüzden de sigorta şirketinin adını da vermiyorum. Yaşayan olarak da ne olduğunu, ne hissettiğimi en iyi ben biliyorum.
Sigorta şirketleri, aldatılmışlık duygusunun ne kadar yakıcı ve “En iyi sigorta şirketi tanıdığın olan şirkettir” inancının ne kadar tehlikeli olduğunun farkında mı acaba?