Yaşları küçücük, yaşadıkları korkunç, iki küçük kız çocuğuydu onlar. Birinin yaşı 13 diğeri ya 14 ya da 15 yaşındaydı. Günler ve geceler boyu süren bir takibin ardından kurtarmıştık onları. Kurtuldukları yer, İstanbul’un en sosyetik semtlerinden birinde yer alan ve 18 yaşından küçük kızların fuhuş sektörünün parçası haline getirildikleri bir evdi. İhbar, muhabir arkadaşım Pınar’a gelmiş, foto muhabiri Sadık’la geceler boyu o evin karşısındaki bir apartmanın çatı katından evi takip etmişler. Hatta o iğrenç yeri, bedeli karşılığında görmezden gelen kamu görevlilerini de fotoğraflamışlardı. Ardından polisle irtibata geçtik. Ev basıldı ve işleten kadın tutuklandı. Biz de o haberi Sabah gazetesinde manşet yaptık. İşte o gecenin ertesi günü küçük kızlar odamdaydı.
Anlattıkları çok acıydı; fuhuş sektörü, o dönem Taksim’de bulunan kız yurdunun içine, kendi için çalışan kızları sokuyor ve o kız diğer çocukları
fuhuş batağına sürüklüyordu.
‘Hıçkıra hıçkıra ağladım’
Boğazım dokuz boğum, dinlemeye devam ediyordum çocukları. Dayanamadığım, odamdan çıkıp tuvalette hıçkıra hıçkıra ağlamama neden olan hikaye, bu bilgilerin ardından geldi. Kızlardan 14 yaşında olanı, soğuk ve karlı bir kış gecesinde 2.5 aylık hamile, Taksim Hastanesi’nin önündeki telefon kulübesine sığınmış. Bir süre sonra genç bir adam onu görmüş, “Donarsın burada” demiş ve “Benimle birlikte olursan seni bu akşam evime alırım” diye eklemiş. Küçücük kız, çaresiz bu ahlaksız teklifi kabul etmiş. Daha bir sürü detay var ama uzun uzadıya
anlatmayacağım.
O kadar çocuktular ki; ertesi sabah muhabir arkadaşım, onları yerleştirdiğimiz ve kapısına güvenlik elemanı koyduğumuz odaya girdiğinde, yastık savaşı yapıyorlardı.
Sosyal Hizmetlerden Sorumlu İstanbul Vali Yardımcısı, ilk saatten itibaren telefon baskısına başlamış, bunun üzerinden yaklaşık
30 saat geçmiş, gazete etrafında Çocuk Esirgeme’nin beyaz sivil minibüsleri dolaşmaya başlamıştı. Ayıp değil ya, bildiğiniz pazarlık ettim vali yardımcısıyla. Çocuklara kötü davranılmayacak, dayak atılmayacak ve biraz daha saf olan küçük kız, onu korumaya çalışan büyük kızdan ayrılmayacak gibi bir sürü söz aldım. Gece saatlerinde biraz kovalamaca yaşansa da kızları teslim ettik. Ama ne oluyor diye yaklaşık bir ay boyunca takip ettik.
2006’nın üzerinden 11 yıl geçti. Bu sene kendi kızını satan ve şubattan beri halen dava açılmamış ailenin haberini okuduk. Bu küçük kızların dramını konuşmak için illa magazin figürüne mi ihtiyaç var?
Kilyos’ta ölüm
Pazartesi günü 19 yaşında genç bir kız, Kilyos’ta boğuldu. Ailesiyle birlikte dalgalara kapılmış. Üç kişi kurtulmuş, bir tek kız boğulmuş. Dalgalara kapıl-mak dedikleri tahminen, rip akıntısıdır. Haberlerin tamamında, jandarmaya haber verildiği ardından arama başlatıldığı söyleniyor. Fotoğrafta bir cankurtaran kulübesi var. Umarım eylül
geldiği için o kulübe boş değildir.
Televizyon ve kraliyet ailesi
Kraliçe Elizabeth’e dair olumsuz fikirlerimi değiştiren bir televizyon dizisi olmuştu. Netflix’de seyrettiğim ‘The Crown’ dizisinde; evden kopuk bir eş, sorunlu bir kız kardeş, II. Dünya Savaşı’nın yaralarını sarmaya çalışan bir ülke ve Kraliçe’nin tecrübesizliğinden faydalanmaya çalışan Başbakan Churchill gibi bir kurdun kullanmaya çalıştığı genç bir kadın vardı karşımda. Perşembe günü National Geographic’te ‘Prenses Diana’nın Kayıp Sırları’ belgeselini izledim. Evlendiği gün, kendini kurban edilecek bir koyuna benzeten bir kadın Diana. Bebeğinin doğumu Prens Charles’ın polo turnuvasına göre ayarlanan, balayına çıktığı gün eşinin ajandasında eski sevgilisi şimdiki eşi Camilla Parker’ın iki fotoğrafını bulan ve yeni doğan prensle fotoğraf çektiren kraliyet mensuplarının tek bir kareye bile almadıkları bir kadın. Arkadaş, bir dizinin yarattığı tüm sempatiyi ve çeken çektirmez inanışı, tek bir belgeselle dağıldı gitti.