Kartal bebeğin dramı ve açılan yardım kampanyası sosyal medyada en çok dikkat çeken paylaşım oldu. Zor bir tabloydu ailenin karşı karşıya kaldığı. Almanya’daki hastane toplam 1.1 milyon euro istemiş, 500 bin Euro kapora yatırıncaya kadar da Kartal bebeği nakil sırasına almamıştı.
Gereken para toplandı, herkes haklı bir sevinç yaşadı ama ardından klasik abartılarımız başladı. Kendimizi kandırmayalım, Türkiye’de sosyal medya paylaşımları genellikle vicdan tatmin etmek için yapılır. Kartal bebekte yaşanan fark, hazırlanan görselin dikkat çekici olması ve Işık Lisesi mezunu babayla müzik öğretmeni annenin çok sayıda hesabı harekete geçirebilmesi oldu. İyi ki başardılar iyi ki herkesin dikkati Kartal’a çevrildi. Ancak unutmayalım ki, sosyal medyada hemen her gün yardım kampanyası paylaşımları dolaşıyor çok azı sonuca ulaşıyor. Bazen de ideoloji kökenli garip kampanyalarla karşılaşıyoruz. Hatırlayın, “Herkes 1 TL versin, Savarona yatını biz satın alalım” gibi abuk sabuk bir mesaj, paylaşım rekorları kırmıştı zamanında.
Dünya, sosyal medyanın en kötü yanlarından birinin insanları pasif hale getirmesi olup olmadığını tartışıyor. İnsanlar bazen şirketlerle bazen oturdukları sitenin yönetimi ya da daha ciddi meselelerde mücadele etmek yerine sosyal medyada yazdıkları cümlelerle tatmin oluyor. Yardım kampanyalarında da durum farklı değil. Bir düşünelim bakalım, “Vah vah çok üzüldüm” diye Kartal bebek için yardım çağrısı mesajlarını paylaşanların kaçı acaba gerçekten yardım etti?
MERYEM’DEN DERS ALIN
Meryem Uzerli’nin Instagram hesabını kullanış biçimi iletişim fakültelerinde mutlaka ders olarak okutulmalı. Şaka yapmıyorum, oyuncu hakkında çıkan haberlerin neredeyse tamamı sosyal medya hesaplarından alınma. Canı istediği her zaman, nasıl haber olmak isterse öyle haber olabilen nadir isimlerden biri.
O yüzden adını gündemde tutmak isteyen Uzerli’nin sosyal medya hesaplarını nasıl kullandığından ders almalı.
REKLAM İÇİN MUHABİR EZMEK
Bizim memlekette uyanık o kadar çok adam var ki... Salı günü CNN Türk’te öğle bültenini seyrediyordum. Haber akışında sıra CHP’nin yürüyüşüne geldi, canlı yayın başladı.
Muhabir arkadaş gelişmeleri anlatıyor, kameraman da kortejin uzunluğunu gösteriyordu. Bağlantının sonuna doğru canlı yayını fark eden bir minibüs hızla muhabir arkadaşa yaklaştı ve zınk diye durdu. Baktım, CHP bilmem ne belediyesinin aracı, içindekilerin derdi de orada olduklarını göstermek. Bunu yaparken kameranın açısını kapattıklarını ve yürüyen kalabalığın ekrana gelmesine engel olduklarının farkında bile değiller. Demek ki, “Aptal dostun olacağına, akıllı düşmanın olsun” lafı boş yere söylenmemiş bu topraklarda.
ASANSÖRLER KİMİN İÇİN?
Metro asansöründe kalan ve sıcakta zor zamanlar geçiren insanlar çarşamba günü her yerde haber oldu. Asansörde kalan vatandaşlar kurtarıldıktan sonra çekilen fotoğraf karesine baktım uzunca bir süre. Normalde o asansörler, engelliler, yaşlılar ve hamileler için ya, kurtarılan sekiz kişiden teki bile o tanıma uymuyordu. Neyse ki, ciddi bir durum yaşanmadan kurtarıldılar ve sanırım bundan sonra metro asansörünü kullanırken daha dikkatli olurlar.
Bu arada asansörde kalanları haber yapmak için olay yerine giden gazetecilere saldıran güvenlik görevlisine de 1-2 çift lafım var: Sen işini doğru yapmıyor, her canı isteyenin asansöre binmesine izin veriyorsun sonra da işini yapanlara mı saldırıyorsun? Yazık sana...
PIRLANTAYI KUTSAMAK
Alişan, nişanlısı Eda Erol’la Etiler’de gazetecilere rastlamış, objektiflere poz verirken “Yüzüğünü göstersene, çok para verdim” demiş. Tüm iyi niyetimle, bu cümlenin bir espri çabası olarak ağızdan çıktığına inanmak istiyorum. Bu kötü bir espri bile olsa son dönem aşk ve pırlanta arasında garip bir büyüklük ilişkisi kurulmaya başlandı. Kimse kusura bakmasın ama erkeğin aldığı pırlantanın değeri, daha doğru bir ifadeyle karatı, aşkın büyüklüğünü falan göstermez. Üstelik pırlanta söz konusu olduğunda sadece taşın büyüklüğüne de bakılmaz. Berraklık, renk ve kesimi sorunlu taşlar, aynı karat değerine sahip taşlardan çok daha ucuza gider.