İstanbul Tarabya’da Vilayetler Evi var, Boğaz’ın kıyısında harika bir yer.
Uzun süren bir tadilat geçirdi, şimdi VE Hotels diye tekrar açıldı.
Normal vatandaş gidebiliyor, düğün-nişan yapabiliyor.
Buraya kadar hepsi iyi, güzel ama bu kuruluş, sahildeki yaşam alanını otopark haline getirdi.
Yani insanların yürüyüş yaptığı, bisiklete bindiği, banklarda oturup keyif yaptığı yer, bu işletmenin otoparkı oldu. O kadar pervasız ve rahatlar ki, bir de bariyer koymuşlar işgal ettikleri kamusal alanın girişine... Yani onlardan başka kimse tecavüz edemesin halkın yaşam alanına...
Önce vatandaşa haksızlık, hem de büyük bir haksızlık bu durum. O hatta kurulu bulunan diğer işletmelere karşı haksız bir rekabet de söz konusu ama beni alakadar eden vatandaşın uğradığı haksızlık. Lütfen bu duruma bir yetkili el koysun, ve yasalara önce kamunun uyması gerektiğini herkese göstersin...
‘Yaşasın özgür Avrupa’
Cehaletimi bağışlayın, adını ilk kez duydum ama Serel Yereli diye oyuncu genç bir kız, İtalya’dan bu fotoğrafı paylaşmış. Üstsüz güneşlenme karesine değil de, yazdıklarına takıldım ben.
“Yaşasın özgür Avrupa” demiş ya bu genç kadın, Amazon Ormanları’nda sadece üstsüz değil, çıplak yaşayan insanlar var hâlâ. Özgürlük ve çıplak arasında bir ilişki kurmak bana çok anlamlı gelmiyor.
Özgürlüğü bilim de, düşüncenin ifadesinde, farklı olana saygı da aramak gerekir.
Avrupa II. Dünya Savaşı’ndan beri en tahammülsüz dönemini yaşarken, üstsüz parkta güneşlenmek, haydi bunu yaptın fotoğrafını paylaşmak, bir de altına ‘Özgür Avrupa’, yazmak hakikaten çok komik...
Gülben aşkı ve ‘Eski sevgili’ başlığı
Gülben Ergen ile Burak Törer aşkına dair bir sürü haber yapılıyor, belli ki, daha da yapılacak. İşin aşk kısmıyla hiç alakadar değilim, gazetecilik hayatım boyunca aynı isimlerin, başka kişilerle bir sürü aşk başlangıcı haberini okudum.
Konunun beni alakadar eden kısmı, medyanın haber okutma çabasının giderek zekamızı sınar hale gelmiş olması. Başlık ‘Burak Törer, Gülben Ergen aşkına eski sevgiliden yorum’ olunca merak edip, tıkladım haberi, karşıma Aydan Şener çıktı. Meğer Burak Törer ile 2004-2007 yılları arasında bir ilişki yaşamışlar, Aydan Şener de bunun üzerine yorum yapmış.
Pes arkadaş, biteli 11 yıl olmuş bir ilişkiden söz ediyoruz, neyin eski sevgilisi? Bu kafayla gidecek olursak, milletin 30 yıl önceki lise flörtlerinden falan da yorum almak gerekecek. Yapmayalım, etmeyelim lütfen...
Bir bebeğin yaşamı bu, magazin değil...
Anne, Ceren Hindistan:
2.5 yaşındaki kızının kemoterapi tedavisi görmesini engellemekle suçlanıyor.
O da aslında tedavinin bittiğini, hastanenin bazı kusurlarından dolayı tedavinin tamamlanması için yasal bir süreç başlattığını iddia ediyor.
Her anne bebeğini korur ve onun en iyi şekilde yaşamını sürdürmesi için elinden geleni yapar. Bu fikri peşinen kabul etsek bile, elbette sorular sorma
hakkımız var.
Mesela 2.5 yaşındaki bebeğin tedavisinin bittiğine ve kemoterapi görmesine gerek olmadığına kim karar verdi?
Bu konuda bir doktor kararı, tavsiyesi var mı?
Anne olmak, bebeğini sevmek başka şey, koruman altındaki çocuğun yaşamına dair tıbbi kararları verme yetkinliği başka bir şey... Ceren Hindistan’a istesem de inanamıyorum, zira onun söyledikleriyle kızının babasının söyledikleri arasında ciddi farklar var.
Baba Ümit Aslan:
Avukatı aracılığıyla uzun bir açıklama yaptı, dört aydır kızının kendisinden kaçırıldığını, tedavinin yarım bırakıldığını söyledi.
Bu açıklama aklamıyor babayı benim gözümde.
Madem dört aydır kızın senden kaçırılıyor, madem tedavinin yarıda bırakıldığına inanıyorsun da neden velayet davası açmıyorsun hemen? Avukat tarafından yapılan açıklamada deniliyor ki “Velayet davası açacağız.”
Konu medyanın gündemine oturduğu zaman mı geldi aklınız başınıza?
Bebek, 2.5 yaşında. Ölümcül bir hastalıkla boğuştuğu yetmiyormuş gibi, bir de bu tablonun ortasında kalmış.
Aile Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, yargı, kurtarın bu minik kızı ve elinizi çabuk tutun lütfen.
İsimler magazin figürü olsalar bile konu savunmasız bir bebeğin yaşamı.
Daha ötesi var mı?
Teşhircilikte son nokta...
“Her insanın içinde bir röntgenci, bir de teşhirci yan vardır. Sosyal medya bunların ikisini de besliyor” demişti Macar bir sosyolog.
Çok haklı olduğunu zaten biliyordum ama iş hakikaten çığırından çıktı.
Sosyal medyada gördüm bu fotoğrafı. Gülmek ne mümkün, içim yandı fena halde.
Nedir geldiğimiz bu yer, bu paylaşma çılgınlığı ve tüm değerlerimizi yok sayma hali? Yazık, çok yazık kelimeler bile yetmiyor bu yaşananı anlatmaya...