Sosyetik sevgilimi Bali’ye tatile götürmek için bankadan kredi çektim.” Eser Yenenler’in bu cümlesine gülen oldu mu bilmiyorum ama tam bir dram cümlesi aslında. Bir erkek sevdiği kadına sürpriz yapmak ister, onun çok istediğini bildiği bir yere gitmek için bankadan kredi çeker, anlarım. Oysa sosyetik sevgili talep etmiş Bali’de tatil yapmayı, Yenenler de gidip kredi çekmiş. Bugün niye anlatıyor, medyanın kodlarını hemen çözdüğü hikayenin bu kısmı gizli bir intikam amacı mı taşıyor, bilmiyorum. Bilmediğim bir diğer şey, banka kredisinin taksitleri bitmeden ayrılıp ayrılmadıkları.
Bildiğim, “Yanımda sen varsan ha Bali’ye gitmişiz ha Beldibi’ne, bana fark etmez” denilen romantik aşkların artık kalmadığı. Ne zaman ve nasıl bu hale geldi ilişkiler, nerede kaybettik biz duyguyu?
Televizyon programları yaptığım dönemde, beni evden alıp kanala götüren şoför arkadaşım bir kıza sevdalanmıştı. Evlenme teklif etti, genç kız, “Marka konutlardan birinde yedinci kat ve üzeri bir daireyi üzerime yaparsan evlenirim“ diye karşıladı teklifi. Üzerinde fiyat etiketiyle dolaşan aşklar devrindeyiz ya, artık hiç şaşırmıyorum şiir kitaplarının yok denecek kadar az satmasına...
İki resim arasındaki farkı bulun...
Birinci fotoğraf, Cenevre Gölü’nün Luzern Bulvarı üzerindeki en işlek iskelesinin yanını gösteriyor. Ne suyun üzerinde bir pet şişe, ne de dipte tek bir çöp var. İkinci fotoğraf da dünyanın eşsiz güzellikte yerlerinden biri olan Boğaz kıyısında çekildi. Pislik ve çöpten bırakın dibi, suyun üzerini görmek bile imkansız.
İki resim arasındaki asıl fark, yaşadığı şehre ve orada yaşayan herkese saygı duyan insanların varlığı. İkinci kareye sebep olanlarsa, ne İstanbul’a ne de yaşayanlara saygı duyuyor. Soru şu, yaşadığı şehre ve insanlara saygısı olmayan birinin kendisine saygısı olur mu?
‘Avrupa’da olsa olmazdı’
Cenevre’ye yağan 5-10 santimlik kar, saatlerce havalimanının kapanmasına neden oldu. Sonra iptal edilen uçuşlar arka arkaya geldi. Valizleri teslim alıp, meydandan çıkmak tam 2 saat 15 dakika sürdü. Bunca karmaşanın yaşandığı Cenevre Havalimanı, en fazla İstanbul Atatürk Havalimanı’nın iç hatlar bölümü kadar. Önceki sene kar nedeniyle Atatürk Havalimanı pistleri kapandığında çok kızmıştım ama o karın çok daha azında bile kapanıyormuş meğer pistler. Her aksilikte ‘Avrupa’da böyle şeyler yaşanmaz’ deme kompleksimizden vazgeçmek gerekiyor artık...
Biraz özen, biraz masraf...
Fotoğrafta gördüğünüz dev çiçek demeti için her sabah iki kişi, tam 45 dakika uğraştı. Kaça mal ettiklerini bilmiyorum ama sonuçta tüm gün ortalık buram buram çiçek kokuyordu kaldığım otelin girişinde ve resepsiyon alanında. Otele her girenin fotoğrafını çekmesi ve sosyal medyada paylaşması da cabası.
Cenevre güzel şehir ama bir İstanbul değil. Buna karşın otel odaları İstanbul’dan kat ve kat pahalıya satılıyor. Biraz özen, biraz masraf eden oteller sonuçta daha fazla kazanıyor. Sosyal medya etiketleriyle de bedava reklam yapıyor. Biz manzara satıyoruz, adamlar olmayan manzaraya, özen ekleyerek çıtayı yukarı çekiyor.
Soruya da bak sen
Serdar Ortaç, otizmli çocuklar için bir beste yaptığını söylüyor muhabirlere, ardından konu çocuk sahibi olmaya geliyor. Bir muhabir, “Zamanında sperm dondurmak istediniz mi?” diye sormuş, Ortaç da ihtiyacım falan yok demiş. Bu ne saçma bir muhabbet, ne garip bir soru. Adama baba olup olmak istemediğini, hatta tüp bebek düşünüp düşünmediklerini falan sormayı anlarım da sperm dondurma detayına kadar sormak, ayıp artık.
Sanat, bilim ve pazarlama...
Ustaların günler süren emeğiyle, 300’den küçük parçanın birleştirilmesiyle yapılan o çok ünlü ve pahalı İsviçre saatleri var ya, bugün onlardan birini koluna takan ve hatta hava atmak için iki de bir saatine bakanların hepsi, bu duyguyu plastik bir saate borçlular aslında...
1980’lerin başında Uzak Doğu’da yapılan saatlerin İsviçre’nin saat krallığını sallamasıyla başlıyor hikaye. Sadece firmalar değil, onlara büyük krediler açan bankacılık sektörü de etkileniyor krizden.
Dünyaca ünlü saat firmaları, fabrika ve atölyelerini almak isteyen Uzak Doğu markalarıyla müzakere için bir finans uzmanının kapısını çalıyor. Finans uzmanı, “Hayır, fabrikaları satmayın! O saatlerin daha iyilerini yapın” diyor ve dünyanın en çok satan saatlerinin hikayesi de başlıyor. İyi bir kasa, 65’e inen, fabrikada üretilip, montajlanan parçalar ve mekanik sistemin yerini alan piller...
Markalar ve ardındaki öyküler, bana hep ilginç gelir, o yüzden anlattım tüm bunları ama derdim bu değil. Dünya bambaşka bir yere gidiyor artık. Pazarlama da sanat ve bilimle buluşuyor.
Düşünsenize, o markanın, 35’inci yılı için, sadece 3535 tane üretilen özel seri bir saati, CERN’de görev yapan matematikçi, fizikçi ve rakamlarla, hayatla, derdi olan bir sanatçı, resimde yanımda gördüğünüz Akdenizli adam, Ugo Nespolo anlatıyor size. Ardından da 35 eserin yer aldığı bir sergi açılıyor, elinize aldığınız katalogda, İtalyan matematikçi-yazar Piergiorgio Odifreddi’nin, Nespolo’yu ve sayıları anlattığı bir makalesini buluyorsunuz. Pazarlama bambaşka bir noktaya doğru gidiyor. Tek taraflı propaganda yerine, sanat ve bilimle yoğrulan bir iletişim dönemi başlıyor. Belki de ilk kez yaşımız dışında, rakamlar ve yaşam üzerine düşünmeye başlıyoruz...