Görece geç bir yaşta ya da çok zor elde edilen hamileliklerin ardından gelen bebeğe ‘kıymetli bebek’ der bir sürü doktor. Yazıya böyle başladım zira ortalık günlerdir “Tarkan bebeği için emzirme koçu tuttu” diye çalkalanıyor.
Nesi garip geldi acaba bu durumun insanlara?
Basit bir örnek vereyim, süt intoleransı olan bebekleri emzirme döneminde, annenin beslenmesi son derece önemlidir. Daha basit bir deyimle, annenin yediği peynir ya da pilavdaki yağ bile, bebeğin konforu açısından belirleyici olur.
Sadece bu mu, değil elbette...
Mesela mastit dediğimiz, göğüste biriken sütün yeterince boşalmaması ya da kanallarda aşırı dolma nedeniyle oluşan bu hastalık, annede ateş dahil bir sürü soruna yol açıyor.
Bir başka dert, göğüs ucu çatlaklarının ana sebebi de bebeğin doğru pozisyonda emzirilmemesi değil mi?
Hem bebek hem de anne konforu için daha bir sürü madde sayabilirim size, erkek halimle. Sonuçta bir sürü anne-baba, bebekleriyle eve geldiklerinde ne yapacaklarını bilemiyor. O yüzden de birçok aile, bazen hemşire bazen de daha önce doğum yapmış aile büyüklerinin desteğine ihtiyaç duyuyor.
Emzirme koçu tam olarak ne yapar bilmiyorum ama annenin kullanacağı kokulu bir sabunun bile bebeğin emmeyi kabul etmemesine sebep olabileceğini bilince, Tarkan’ın yaptığı şeyi garipseyenlere ve “Yok artık!” diyenlere şaşırıyor insan.
Bebeğinin tek besin kaynağının anne sütü olduğunu bilen ve imkanı olan herkes, Tarkan’ın yaptığının aynısını yapar, hatta yapmalı da...
Kızılderililer Türk, atlar Amerikalı...
Bitmeyen tartışmalardan birisidir Kızılderililer’in Türk oldukları iddiası. Netflix’te gösterimde olan ‘West’ belgeselinin hemen başında bu konuya değinilmiş. Bering Boğazı’nın buzlarla kaplı olduğu bir dönemde yürüyerek Amerika’ya geçen insanlardan söz ediliyor.
Genetik bilimi de, Kızıldereliler’in 13-14 bin yıl öncesine kadar Altay genleri taşıdıklarını bulmuştu. Bu bilgi yayıldıktan sonra, vahşi batı filmlerini seyreden herkes, Kızılderililer’in Türk genleri taşıdıkları için iyi birer at binici olduğunu düşündü. Oysa hiç alakası yok, son yapılan araştırmalar gösterdi ki atlar, Asya kıtasına Amerika’dan gelmiş. Yani Bering Boğazı’ndan insanlar Amerika kıtasına geçerken, atlar da Amerika’dan Asya’ya geçmişler.
Daha da garip olanı, bir süre sonra Amerika’da soyu tükenen atlar, ancak 16’ncı yüzyılda Avrupalı göçmenler sayesinde, doğdukları topraklara dönmüşler...
Faytonlar için çözüm zor değil
Adalar’da çalışan faytonlar, onları çeken atların yaşadığı sorunlar ve ölümleri, uzun zamandır gündemde... Hayvan dostları, faytonların tamamen yasaklanmasını istiyor, faytoncular da “Bu bizim ekmek teknemiz, dünyanın bir sürü yerinde var” diyorlar. Doğru, dünyanın birçok yerinde fayton var ama onların kullanıldığı yolların durumu önemli. Adalar, coğrafi yapıları gereği, çok dik yokuşların olduğu yerler, bu yüzden de atlar en fazla acıyı buralarda çekiyor. Konuya kesin bir çözüm bulununcaya kadar, en azından faytonların kullandıkları güzergâhlara müdahale edilebilir.
Daha az yokuşlu bir parkur belirlenir ya da gezi güzergâhları, dolu şekilde yokuş yukarı çıkmayıp, inecekleri şekle sokulabilir.
Bu sayede bir taraftan daha fazla atın ölümünün önüne geçmek, diğer taraftan da faytoncuların ‘ekmek’ endişesini gidermek mümkün olabilir.
‘Elimizde çok fena görüntülerin var...’
Ebru Şallı-Uğur Akkuş ilişkisi ya da Akkuş’un eski eşi Gonca Derin’in durumu, çok ilgi alanımda değil doğrusu... Ancak konunun magazin dışı bazı boyutları var ki, mutlaka üzerinde durmak gerekir. Mesela bir annenin, evladını görmek için ruh sağlığını ispat etmek zorunda kalması bu haliyle konuşulabilir. Ancak annenin ‘2. Sayfa’ programında anlattıkları arasında, bir görevlinin yanında idrarını yapmak zorunda oluşu da var. Bu, yani idrarını bir başkasının önünde verme mecburiyeti, ruh sağlığından ziyade, madde bağımlılığı testlerinde yaşanan bir durumdur.
İnsan dediğin, hikayesini anlatırken kendini bu kadar zor bir duruma sokar mı?
Her neyse, bana asıl garip gelen olay bu da değil. Gonca Derin,
baygın haldeyken çekilen çıplak görüntüleri olduğunu ve bunlarla ilgili bir televizyon kanalından arandığını anlattı.
İddia o ki, büyük kanalların birinden arayan bir kişi, “Elimizde çok fena görüntülerin var. Yayınlamayacağız tabii ki ama haberin olsun” demiş.
Hiç anlamadım bu konuşmayı.
Bir medya mensubu neden böyle bir telefon açma ihtiyacı duyar ki?
Dert röportaj değil, arayan kişi görüntülerden söz edip, karşılığında para falan da istememiş. İyi niyetli düşünüp, dostluk diyeceğim ama bir dost sadece görüntüleri haber
vermez, yayıldığı kaynak konusunda da uyarır karşısındaki kişiyi.
Doğrusunu isterseniz, aynı anda birden fazla soruyu akıllara getiren bir açıklama oldu bu.
Var bir gariplik, göreceğiz bakalım ne olduğunu...
‘Hava bedava, su bedava’
Damacana su fiyatlarına bir haller oldu, her ay düzenli şekilde artıyor. İlçelere göre farklı fiyatlardan satılması, bana zaten garip geliyordu ama şimdi düzenli zammın nedenini hiç anlamadım. Mazot fiyatları diyorlar ama onlar da sabitlendi, zamlarsa devam ediyor.
Geçtiğimiz sene hava kirliliğinin en yoğun olduğu Çin şehirlerinde açılan ve içerideki temiz hava için de para ödediğiniz restoranların haberini okuduğumda gelmişti başlıktaki Orhan Veli mısrası aklıma. Damacana su fiyatlarındaki durdurulamayan artışa bakınca, mısra tamamıyla anlamını yitirmiş oldu. Kabahat şairin değil; vahşi kapitalizmin...