Apartmanda bazı dairelerin kapısından geçerken elektrik süpürgesinin sesini duyarsanız bayram sabahları...
Geç kalmış bir bayram temizliği sanırsınız ama değildir.
Tek başına yaşayan birisi, herkesin birlikte kahvaltıya oturduğu, bayram coşkusunu paylaştığı saatlerde, kendini oyalamak istediği için zamansız bir temizliğe girişmiştir tahminen...
Çünkü süpürge çalıştığında duymazsınız diğer dairelerden gelen neşeli sesleri ve her kahkahada bir kez daha yüzleşmek zorunda kalmazsınız yalnızlığınızla...
En çok bayram sabahlarında ve yeni yıl gecelerinde yüzleşir insanlar yalnızlıklarıyla. Hikayesini bilmeye gerek yok, bayram sabahında, yine sabahın köründe, oltasını alıp Boğaz kenarına dikilen adam da yalnızdır...
Sonra alışveriş merkezlerinin önünde kapının açılmasını bekleyen onlarca insan görürsünüz. Tek başına kalmak yerine, kalabalık içinde yalnız olmayı seçmiş, bayram sabahını herhangi bir sabah gibi yaşamayı tercih edenlerdir onlar.
Yani bayram sabahları çocukluğumuzdan hayal meyal aklımızda kalan Mustafa Kandıralı’nın klarnetiyle çaldığı oyun havalarından çok daha farklı bir havada geçer tek başına olanlar için.
“Bilmek neyi değiştirir?” derseniz çok şeyi değiştirir aslında...
20 yaşında bir üniversite öğrencisiydim, mevsim yazdı, okullar kapalıydı, Kıbrıs’ta bir bayram sabahıydı.
Aynı tiyatroda oynadığım Kıbrıslı arkadaşlarım aileleriyle sofraya oturacaklardı o sabah ve canım yalnız başına kahvaltı etmek de istemiyordu. Oldukça erken bir saatte, hayata dair çok şey öğrendiğim, abi kadar sevdiğim bir dostumun kapısını çaldım Mağusa’da.
Arabaya bindik, Boğaz’dan girip haritanın sivri ucu Karpaz’ın yakınlarından bir yerden tekrar ana yola dönünceye kadar, saatlerce, bir sürü köyün içinden geçtik. Hemen hemen hiç konuşmadık hep Cem Karaca şarkıları dinledik.
Sonra dostumu bırakıp, eve döndüğümde kapının altından atılmış iki ayrı not buldum. Dostlarım unutmamışlardı beni, kahvaltıyı tek başıma etmeyeyim diye beni almaya eve gelmişler ama bulamamışlardı.
Uzun ve maceralı bir yolculuktan sağ salim eve dönmüş ya da soru işaretleriyle girdiği hastaneden sağlığına kavuşmuş olarak çıkan biri gibi sevinç gözyaşları dolmuştu gözlerime... Komşulara bayram ziyaretlerini falan çoktan unuttuk biz maalesef.
Ama yine de bilmenizi istedim, bayram sabahı sofraya koyacağınız fazladan bir tabak, tek başına yaşayan bir sürü insan için tahmin edemeyeceğiniz kadar anlamlı olacaktır.
O bayram sabahında aynı yolu paylaştığım ve abi dediğim insana gelince; şimdi üniversiteyi bitirmiş genç bir kızı ve mutlu bir ailesi var.
Her bayram telefonlaşıyoruz, o bayram gününden hiç söz etmiyoruz ama ikimiz de unutmuyoruz...
Şaşkınlık!
Fotoğrafını gördüğünüz traktör var ya, değeri tam 1 milyon euro. Türkiye’de şu an satışta olan en pahalı klasik motorlu araç bu aynı zamanda.
1957 yılında yapılmış, Almanya’nın lüks spor otomobilleriyle ünlenmiş bir markasına ait. “Traktör” der geçeriz ama öyle değil işte. Arada rastlantı bir tane çıkmış diyen olabilir ama klasik traktörler hakikaten çok değerli. Mesela yine Almanya’nın kamyon ve otobüsleriyle ünlü bir diğer markasının 1951 model traktörü, Ankara’da 210 bin euro etiketle alıcı bekliyor.
Düşünün 1928’den kalma ABD’nin en lüks otomobil markasının ürettiği ve orijinal parçalarla restore edilmiş otomobilin fiyatı 215 bin euro.
İlk traktörün 4’te bir fiyatı bile değil yani...