Başarılı bir adam aslında Nihat Doğan. Babasını 13 yaşında kaybetmiş, ailesine bakmak için boyacılık ve minibüs muavinliği yapmış sonra da adım adım şöhret olmuş birisi. Bugüne kadar çok bilinen iki şarkı yaptı ama bir şekilde hep gündemde kaldı.
“Seda Sayan ile ilişkisi sayesinde” demeyin, o ilişkinin meyvesi olan popüler şarkı ‘Bitanesinden bitanesine’ 2005’te çıkmıştı. Oysa piyasaya 1994’te çıkan ‘Kırdın Kalbimi’ şarkısıyla duyurmuştu adını. Amacı, bilinirlik kazanmak ve piyasada kalmaktı, başardı. Saygınlığı pek umursadığını sanmıyorum. Basit bir matematiği var aslında Nihat Doğan’ın.
Kendisini hep bir kampın parçası haline getirip, öteki kampa en ön sırada saldırıyor. Mesela ‘Survivor’da Derya Büyükuncu ile finale kaldığında, çocukluğunda çalışmak zorunda kalmış mazlumların kampından seslendi insanlara. Gündemi koklamayı biliyor Doğan. 2001’de Kemalpaşa Kiraz Festivali’nde “Bu ülkede barışı bozanlara lanet olsun” deyip, 2013 yılında Taraf’a “Muş’ta kalsaydım PKK’ya katılabilirdim, iki amcaoğlu dağa gitti, döndü” diyen bir portresi var.
Ermenistan’la ilişkilerin yumuşama dönemine denk gelen o röportajda, Ermeni soykırımı iddiaları çerçevesinde 24 Nisan anma etkinliklerine gideceğini de söylemiş... Doğan’ın başarısındaki bir diğer unsur da toplumsal hafızamızın zayıflığı.
Başından geçen ve muhafazakâr bir yapıya hiç de uymayan adli olayları bir kenara koyarak yazıyorum:
Yandaki fotoğrafta Nihat Doğan’ın Özgecan Aslan’ın ölümünden çok kısa bir süre sonra attığı tweet var.
Mesajı Türkçe hataları dahil aynen alıyorum: “Sizde mini eteği giyip, soyunup, laik sistemin ahlaksızlaştırdığı sapıklar tarafından tacize uğrayınca da bas bas bağırmayacaksın.”
Nihat Doğan bu mesajı Özgecan Aslan için değil, cinayete dair mesajlar paylaşan Ahu Sungur’a cevaben yazmış sonra da tepkiler büyüdüğü için silmişti.
Aynı Doğan, pazartesi günü Özgecan Aslan’ın babasıyla buluştuğunda sosyal medyada şu mesajı yazdı: “Bunca sapığın kol gezdiği sokaklara çıktığınızda biraz daha tedbirli olup mini etek giymeyin minvalinde Ahu Sungur adlı bayana cevaben attığım tweet’imi...”
Gördünüz mü aradaki farkın büyüklüğünü? ‘Nihat Doğan başarılı bir adam’ cümleme karşı çıkan çok olacak biliyorum ama durum tam da söylediğim gibi. Piyasada benzerleri olan, ekrana çıkması için artı sebepler sayamayacağız biri ama bugün hâlâ konuşuluyor ve iyi ya da kötü adını herkes biliyor...
YAŞA BE CEM...
Pazartesi, Otizm Farkındalık Günü’ydü. Eskiden 2 bin 500 çocukta bir görülen otizm, bugün 68 çocuktan birinde ortaya çıkmaya başladı. Başta Tohum Otizm Vakfı olmak üzere, sivil toplum örgütleri ve Aile Bakanlığı, bu sene başarılı bir kampanya yürüttü. Sadece otizmli çocukları değil, down sendromlu çocukları da unutmamamız gerekiyor. Sevgili dostum Cem Arslan, radyo yayınlarında konuyu dile getirmekle kalmadı, dün gece tüm gelirini down sendromlu çocuklara bıraktığı bir gösteri düzenledi. Sivil toplum örgütleri, Aile Bakanlığı ve elini taşın altına koyan insanlar, çok güzel gelişmeler bunlar...
Magazin medyasının en fazla haksızlık ettiği isimlerden birisidir Deniz Akkaya. Adı her türlü işe karıştıktan, sevgili sponsorluğu sayesinde İstanbul’da sahnelerde yer bulan, ünlü bir adamın kardeşiyle evlenip, hemen at çiftliklerinde jokey kıyafetleriyle poz veren ve doğuştan hanım- efendi pozu takınan biri olmadı Akkaya.
Tıpkı en yakın arkadaşının evlenmek üzere olduğu sevgilisini ayartıp, sonra onunla evlenenlerden olmadığı gibi... Peşinde koşup da yüz bulamayan adamların, gazeteci arkadaşlarına hakkında olmayan haberler yaptırdığı bir kadındır... “Nereden biliyorsun?” diyeceksiniz, çok uzun yıllar önce gazete basmışlığı da vardır ki, o gün benim odamda sakinleşmişti.
Doğru, mekan çıkışlarında ayakta duramayacak halde görüntülendi, öyle bir gecede trafik kazası da yaptı ama bunların herhangi biri, bir sürü adamla beraber olup da yakalanınca “Biz arkadaşız” diyenlerden daha kötü değildi.
Her neyse özellikle anne olduğundan beri gözlerden uzak bir yaşam sürüyordu model, şimdi geri dönmüş. Hatta 15 sene sonra bir mayo markasının yüzü de olmuş. Hem onun adına sevindim hem de bu kez biraz daha adil davranmayı becerebiliriz belki bu kadına...
Türkiye ve Yunanistan arasında ilişkilerin en gergin olduğu 1980’li yıllarda Mikis Theodorakis, İstanbul’da defalarca konser verdi. Sadece o değil, Maria Farantouri de seyirciyle buluştu, o da ayakta alkışlandı. O dönem Yunanistan’da hiç kimse bu iki sanatçıya “Neden İstanbul’da konser veriyorsunuz?” diye sormadı, sorgulamadı.
Rebetiko müziğinin önde gelen isimlerinden Yunan sanatçı Glykeria, dün akşam İş Sanat’da sahne aldı. Konsere dair duyurunun ardından sosyal medyada bir sürü Yunanlı; Ege, Kıbrıs ve tutuklu iki Yunan askerini gerekçe göstererek, tepki verdi. ‘Sahneye çıkma’ diyen de oldu, konseri iptal etmesini isteyen de...
Sanatın, ülkelerin ve halkların dostluğu açısından önemini biliyorlardır bunu yazanlar ama şu sıralar Yunanistan’da bir Türkiye karşıtı olma modası var.
Bu yaz da, her fırsatta, Yunanistan’a tatile gideceklerin haberi olsun, geçtiğimiz senelerdeki gibi sıcak bir ilgi görmeyebilirsiniz.
Dünyanın en bilinen kahve zincirlerinden biri ve aynı işi yapan diğer üç marka için geçtiğimiz hafta önemli bir karar verdi, Los Angeles’taki bir mahkeme. Karara göre, bu dört marka, Kaliforniya eyaletindeki tüm mağazalarında, görünen bir yere kanser uyarısı koyacak. Bu kararın gerekçesi, kavrulmuş ürünlerde bulunan ve vücutta biriktiğinde, kansere yol açan akrilamid maddesi. Aslında sadece kahvede değil, başta nişastalılar olmak üzere tüm ürünlerde bizi bekleyen bir tehlike bu.
Üstelik sadece kavurma değil, 120 derece ve üzerinde fırında pişmiş, kızartılmış ya da ısıl işlem görmüş tüm ürünlerde var.
Şu öğle menülerinde olmazsa olmaz patates kızartmasından tutun da, çifte kavrulmuş fıstık ya da içinde nişasta bulunan bakla ya da mısır, eğer kavurarak yapıyorsanız pilav dahil bir sürü risk içeren besin maddesi var. Çoğumuzun unuttuğu haşlama yöntemi var ya, bu çağda hastalıklardan korunmanın en iyi yöntemi eski alışkanlıklara dönmek.