Barbaros Şansal, seyredenlerin hiç de hoşuna gitmeyecek, suç sayılan şeyler söyledi, değil mi? KKTC’den sınır dışı edildi, Türkiye’ye getirildi, mahkemeye çıkarıldı ve tutuklandı. Buraya kadar hiç sıkıntı yok, suç işleyene yargı cezasını verir. Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme iddiası da zaten ağır bir suçlamadır. Eğer Barbaros Şansal havalimanında linç edilmeye çalışılmasaydı, yaşanan süreçte hiç sıkıntı olmayacaktı. Türkiye üç gündür Barbaros Şansal’ın söylediklerini değil bu linç girişimini konuşuyor.
Saldırganların farkında olduğunu sanmıyorum ama aslında Şansal’a büyük iyilik yaptılar. Hem sözlerinin gündemden düşmesini sağladılar, hem de bir mağduriyet hikayesinin kahramanı haline döndürdüler Şansal’ı.
NOSTRADAMUS KEHANETLERİ GİBİ...
Bir sürü insan Nostradamus kehanetlerinin şifrelerini çözmeye çalışır asırlardır. Bu aralar magazin gazetecileri de benzer bir durumda. Eski çiftlerin, sosyal medya üzerinden isim vermeden birbirlerine laf çaktıkları mesajları çözmeye çalışıyorlar. Gülben Ergen-Erhan Çelik mesajlarından sonra şimdi de Aslıhan Doğan’ın yazdıkları Arda’ya mı diye konuşuluyor. Arkadaşlar uğraşıyor, şifreleri çözüyor sonra mesajı yazan, “Ben ona demedim, ortaya söylemiştim” deyip işin içinden çıkıyor. O yüzden de giderek kabak tadı vermeye başladı bu laf çakmalar...
DÜNYANIN TÜM OBEZ KADINLARI BİRLEŞİN
Başlığı, dünyanın iki kutuplu dönemlerinin en bildik sloganı “Dünyanın tüm işçileri birleşin” sloganından uyarladım. Karl Marx’ın Komünist Parti Manifestosu’nda yer verdiği bu cümle, daha sonra mezar taşına da yazılmıştı. İşçiler tüm dünyada birleşemediler ama obezler evrensel mücadelede ciddi mesafeler aldı.
Mesela ABD’de, Michigan Eyaleti’nde obezler ayrımcılığa karşı yasal koruma altına alındı. Bazı eyaletlerde de obezitenin engelli durumu oluşturduğu hallerde yasal koruma başladı. Avrupa Adalet Divanı aynı şekilde kilo nedeniyle engelli hale gelen çalışanları, yasal koruma altına aldı. Sadece bunlar değil, obezlerin özellikle de kadınların iş hayatında uğradığı haksızlıklar üzerine üst üste araştırma sonuçları yayınlanıyor. Obez kadınların bilerek yoksulluğa mahkum edildiği tezi giderek daha çok taraftar buluyor.
Din, etnik köken, mezhep ya da cinsiyet yüzünden yapılan ayrımcılık nasıl suçsa, obezite yüzünden ayrımcılığın da bu kapsama alınması isteniyor. Siyaset de artık bu çağrılara kayıtsız kalamıyor. Yani yakın bir gelecekte obezlere karşı işlenen suçlar da nefret suçları kapsamına girecek.
AHMET HAKAN, ANA HABERDE İŞ YAPAR MI?
Bir teknik direktör, sahaya çıkan takımın başarısında ne kadar etkili olabilir?
Futbol dünyası bu konuda genellikle uzlaşamıyor. Üstelik, teknik direktörlerin durumu da zaman içerisinde değişebiliyor. Mesela bir maçta yüzde 100 etkili olan bir teknik direktör, başka maçta normal seyirci gibi sadece seyredenlerden birisi olabiliyor.
Hatırlayın bir sürü teknik direktör kaybettikleri ya da berabere kaldıkları maçlardan sonra “Sahaya girip golü de ben mi atacağım” açıklamasını yapmıştır. Aslında ana haber sunucularının durumu da biraz buna benziyor. Herkes için geçerli olan bir kuraldır, haber saatinde ekranda olan hiç kimse kötü olan bir bülteni tek başına kurtaramaz. Üstelik bir haber bülteninin reytingini belirleyen unsurlar arasında önündeki dizi ya da programın bıraktığı reyting de önemlidir. Ahmet Hakan’ın Kanal D haberin başına gelmesinin ardından bir sürü yerde reyting toto oynanmaya başlandı.
Bunun için daha çok erken... Önce Ahmet Hakan hazırlanan haberleri ekranda sunan isim mi olacak yoksa haberin patronu olarak bültene bakış açısında farklılıklar getirecek mi onları görmek lazım. Rahmetli Mehmet Ali Birand, ekranda pot kırdığında kendisiyle dalga geçerek ama en karmaşık olayları bile herkesin anlayabileceği hale getirme ustalığıyla, fark yaratmıştı. O yüzden de belirli bir süre geçmeden, bültenleri göremeden reyting toto oynayanlara gülüp geçin derim.
Saçmalamanın daniskası
“Bodyguard’lar neden saldırgana müdahale etmedi, Reina’da güvenlik zafiyeti mi var?” gibi saçma bir tartışma başladı.
Elinde silah olmayan bir adamın, dakikada 600 mermi atabilen silahla saldıran birisine karşı yapabileceği tek şey kaçmaktır. Üstelik saldıran bir de gerilla eğitimi almış bir kişiyse... Şehit polis memuru da silahına davranmış ama ateşleyecek vakti olmamış maalesef. Kaldı ki baskın yapanın bir planı olduğunu, baskına uğrayanın da önce şok yaşadığını unutmamak lazım. Medyanın meselelere farklı açılardan bakmasına saygı duyarım ama farklı olmak adına da saçmalamanın manası yok.
Reina’daki katliama dair bin tane şey bulunabilir. Mesela, “Saldırgan nasıl kaçtı?”, “Başka kim vardı?”, “Elinde koca tüfekle beş
dakika kadar caddede nasıl yürüdü?”, “Polisimiz bu tür baskınlara dair eğitim alıyor mu?”, “DAEŞ neden Reina’yı hedef aldı?”, “ABD; daha önce vatandaşlarını Reina konusunda uyarmıştı iddiaları doğru mu?”
Dediğim gibi olayla ilgili bin tane şey sorulabilir ama
“Silahsız güvenlik görevlileri, otomatik tüfekle gelen saldırganı neden durduramadı?” “Güvenlik zafiyeti mi var?” ancak 1001’inci konu olur.
170 YIL SONRA YENİDEN
İstanbul Devlet Opera ve Balesi Sanat Yönetmeni Suat Arıkan’ın adını hiç duydunuz mu? Çok yönlü bir sanatçıdır Arıkan, sanata verdiği katkılar nedeniyle İtalya’dan Şövalye Nişanı da almıştır. Derdim Suat Arıkan’ı değil yaptıklarını anlatmak. Mesela Verdi’nin ‘Ernani’ eserini tam 170 yıl sonra tekrar İstanbul’da seyirciyle buluşturdu. Düşünün Abdülmecit döneminde sergilenen bir eser bugüne kadar hep ıskalanmış. Sadece bu değil, Arıkan seyircinin ezberlediği tekrarlar yerine daha önce hiç sahnelenmemiş ya da aradan 170 yıl geçmiş eserleri buluşturuyor sanatseverlerle. O yüzden İstanbul Devlet Opera ve Balesi’ni dikkatle takip etmenizi öneririm.
SATRANÇ OYNAMAYA DEVAM
Başka hiç derdimiz kalmamış gibi şimdi de satranç oynamayı tartışmamızı istiyor birileri. O zaman satrança dair mutlak yazılması gereken şeyler var.
Japonya’daki Beyin Bilim Enstitüsü’nde ustalarla amatör oyuncuların satranç mücadelesi izlendi. Görüldü ki, usta oyuncular kritik hamleleri yaparken beyinlerinin gizli bölümlerini de kullanıyorlar.
Birçok çocuk gelişim uzmanı, satrancın strateji geliştirme ve birkaç adım sonrasını görebilme yeteneğini artırdığını söylüyor.
Oyunda fil taşı olduğu için satrancın Hindistan kökenli bir oyun olduğu düşünülüyor. İlk adı da Çaturanga.
Oyun Hindistan’dan İran’a geçiyor ve orada Satranj adını alıyor. İran’dan Araplar’a geçiyor, sonra da Endülüsler vasıtasıyla Avrupa’ya ulaşıyor.