Alaçatı, Çeşme, Ilıca... Türkiye’nin adı Bodrum kadar ünlü olan tatil beldeleri buralar. Yazın en sıcak günlerini, musluktan ip gibi akan suyla geçiren, çamaşır-bulaşık makinesi çalıştırmanın imkansız olduğu, bir kova suyun yarım saatte dolduğu, 45 dakikada duş alırsanız kendinizi şanslı saydığınız yer. Oteller, depolardan ve artezyen kuyularından su çektikleri için ülkenin dört bir yanından gelen turistler durumun çok farkında değil ama İzmirli seçmenin oturduğu evlerde durum facia.
Çeşme, İzmir Büyükşehir sınırlarına dahil olmadan önce hiç böyle bir sorun yaşanmamıştı, Büyükşehir’e bağlandıktan sonra da ilk kez böyle bir durum yaşanıyor. CHP ya İzmir seçmeninin sabrını sınıyor ya da Necati Cumalı’nın İzmir’in Seferihisar ve Urla ilçelerine bağlı köylerde geçen hikayelerden oluşan ‘Susuz Yaz’ kitabının yeni versiyonları yazılsın diye uğraşıyor. Bu arada İstanbul suyunun yaklaşık yüzde 25’ini, İzmir’de tahminen üçte birini yaz sıcağında buharlaşmayla kaybediyor. Suyun biriktiği barajlara bırakılan küçük binlerce top ya da çeşitli kimyasallarla buharlaşmayı yarı yarıya azaltmak mümkün aslında. Türkiye’de acaba kaç belediye böyle bir önlem alıyor derseniz, ben daha böyle bir derdi olan kurum görmedim.
Yazar boykotu nasıl suya düştü?
Fatih Altaylı’yla Yılmaz Özdil arasında başlayan, medyaradar internet sitesi üzerinden yürüyen polemik, Sabah gazetesi ve özellikle de TMSF dönemine ait defterlerin açılmasına neden oldu.
Fatih Altaylı’yla 14 yıl çalıştım, ortak bir arkadaşımızın cenazesinde kısa karşılaşmayı saymazsak, en son 2009 senesinde görüştük. İlginç bir tesadüf ama Özdil’i de en son 2009 senesinde, ben Kanal D’de, o da Star TV’de çalıştığı dönemde gördüm. Bu girişten sonra belki ikisinin de unuttuğu bir olayı hatırlatmam gerek... O dönem ki TMSF’nin gazetenin başına yönetici olarak atadığı kişi, Yılmaz Özdil’in bir yazısını, kimseye haber vermeden, gazeteden attırmıştı. Atılan yazı Özdil’in yazısıydı ama Altaylı da yayın yönetmeni olarak kendisinden habersiz iş yapılmasına bozulmuştu. O gün tepki olarak tüm yazarların, köşelerini boş bırakması kararlaştırıldı. Altaylı’nın odasında Mehmet Barlas ve ben vardım, çok emin değilim ama galiba Umur Talu da oradaydı ve yazar boykotu meselesi konuşuluyordu.
Her neyse, o sırada kapı açıldı, odası 10’uncu katta olan başka bir yazar “Yılmaz boykota katılmıyor, mesele benim meselem, onlara ne oluyormuş?” dedi cümlesiyle beklenmeyen haberi getirdi. Sonuç mu, yönetimine el konulan bir medya kuruluşunda yapılacak ilk boykot bu sayede suya düşmüş oldu.
Atma o şişeyi kardeşim!
Pet şişeyle karşılaştırınca cam, doğa dostu ama bu şişelerin ağaçlık alanlara atılabileceği anlamına gelmiyor. Aksine nem oranının düşük olduğu sıcaklarda ormanlara atılan cam şişeler, mercek etkisi nedeniyle yangınlara davetiye çıkarıyor. Mercek etkisi dediğim öyle bir şey ki, havada güneş olan bir günde, donmuş pet şişenin içindeki buzu çıkarıp, doğru açıyla yerleştirirseniz, eksi 20 derecede bile çalı çırpının tutuşmasını sağlayabilirsiniz.
Kadın şoför-kadın pilot...
Biz erkek milleti, sanki hiç kötü araba kullanmıyormuşuz gibi davranır ve kadınların kullanmasını beğenmeyiz genelde. Oysa otomotiv üretiminin devi General Motors Ceo’su Mary Barra, bir kadın. Uçaklarda cinsiyetçi bakış genellikle daha azdır ama kadın pilotla uçtuğunda gerilen çok erkek var. Oysa savaş uçaklarından tutun da iş jetlerine ve füze sistemlerine kadar geniş bir ürün yelpazesi bulunan General Dynamics şirketinin Ceo’su Phebe Novakovic de bir kadın. Unutmadan, bir sürü kozmetik firmasında da erkekler Ceo görevinde. O yüzden cinsiyetçi tavırlardan vazgeçmek lazım.
Aynı para daha az hizmet...
Çeşme Sheraton, Ilıca sahilinin 5 yıldızlı tek oteli durumunda. Otelde müşteri olmayan insanlar sezonluk ya da belirli tarihleri kapsayan kartlar satın alarak otel plajından faydalanırlar.
Adam başı günde 75 TL ödeyen insanlar için en büyük rahatlık arabalarını otelin valesine bırakıp, sahil şeridinde park yeri arama zorluğundan kurtulmaktır. Vale ücreti yoktur ama herkes valelere bahşişini verir. Çeşme Sheraton, otel dışından plaja gelenler için geçen senenin fiyat tarifesini uyguluyor ama bunu verdiği vale hizmetini kaldırarak yapıyor.
O kalabalıkta nerede bulursan ya da bulabilirsen park yeri bul, sonra sıcağın altında yürü Allah yürü sonra da bana aynı parayı ver. Uygulamanın gerekçesi otel otopark kapasitesinin oda sayısına göre yetersiz olması. İlk başta gayet mantıklı gözüküyor bu açıklama, ama valeler dışarıdan gelen arabaları zaten otel otoparkına sokmaz dışarı bırakırlardı. Meğer geçen sene aracı dışarıya bırakılan bir müşteriyle davalık olunmuş da ondan böyle yapıyorlarmış.
Turizm sektörü aynı paraya daha fazla hizmet verenin kazandığı, aynı paraya daha az hizmet verenin kaybettiği bir sektördür. Çok bildik bir markanın adını kiralamak da bir süre için işe yarar ama sonra o da yaramaz. Otel müşterisinin rahatını düşünen dışarıdan hiç abone almaz, bu son derece anlaşılır ama müşteriyi al, arabasını alma, hakikaten ilginç bir uygulama...
Bu arada turizm işi yapıyorsanız bilgilendirme de önemlidir ya, en azından kayıt yaptırırken insanlara otomobilleri için vale hizmeti verilmeyeceğinin söylenmesi gerekir.