İstanbul’un ne kadar büyülü ve güzel bir şehir olduğunu anlatmaya kelimeler yetmez. İstanbul’da yaşayanlara göre durum böyle fakat bu şehri ziyaret etme şansına erişmiş, henüz fotoğraflardan gördüğü kadarını bilen birçok yabancı için de durum aynı. Her geçen gün yaşamak zorlaşıyor. Büyüyor ve kalabalıklaşıyor; trafik, karmaşa bizleri çok yoruyor. Fakat o bıkkınlık hissi, dünyada tek olan ve Asya ile Avrupa kıtalarını birbirine bağlayan Boğaz’dan geçerken yok olup gidiyor. Nedir peki bu filmlere, şarkılara, şiirlere konu olan İstanbul’un sırrı?
İki denizi birbirine bağlayan, iki kıtayı birleştiren o müthiş Boğaz’ı mı, Boğaz’ın iki yakasında uzanan o büyüleyici ve tarihi yalıları mı, Asya’dan Avrupa’ya geçerken bir rüyada gibi hissetmenize sebep olacak vapur seyahati mi, martıların aşk fısıltısı tadındaki ötüşleri mi? O kadar çok ki...
Mesela vapurla karşıya geçerken martılara simit atmanın hazzını başka hiçbir şeyle kıyaslayamam.
Her şehir her kültür bütündür
Peki bunlardan neden mi bahsediyorum? İngiltere Vogue’un ağustos sayısındaki İstanbul ile ilgili ‘Köprüleri Yakmak’ yazısı sebebiyle. Ekstra dikkatimi çeken tarafı moda editörü olarak bana da yer vermeleri. Bu sebeple haberdar olduğum ve tabii ki İstanbul ve modanın kesiştiği noktada bana da yer verilmiş olmasına çok sevindim. Fakat yazının geneli aynı hissi uyandırmadı. Bir moda dergisi için fazla siyasi. Editörün İstanbul’da olduğu sürede edindiği deneyimler, şehirde gerçekleşen bazı talihsiz olaylar ve iletişime geçtiği bazı kişilerin yorumları belirliyor yazının çerçevesini.
Bu kötü olaylar dünyanın birçok yerinde de olabiliyor ne yazık ki. Dolayısıyla bir şehrin tarihini, kültürünü ve bünyesinde bulunan birçok farklı seviyedeki insanı yok sayarak sadece belli bir dönemde gerçekleşen olaylarla, belli insanların algı ve yorumuyla, şehrin belirli lokasyonlarına göre onu değerlendirmek çok yanlış olur. Ki eğer kötü tarafını görmek istersek Avrupa’nın göbeğindeki bir şehrin, medeniyetin beşiği olarak adlandırılan bir bölgenin de olumsuz yanlarını görebiliriz. Bunları saymaya kalksak da bitmez üstelik. Ama her şehir, her kültür bir bütündür.
Bakmak ve görmek
Genel anlamda yazıda yer alan bu detayların ardından Türkiye’deki moda sektörüne değiniyor editör. Geçmiş dönemdeki olumlu örneklere yer veriyor ve sanki artık onlar yokmuş gibi bir imaj çiziyor ne yazık ki. Seyahat etmek konusunda bir Avrupa şehrinden daha dezavantajlı olsak da yurt dışındaki etkinlikleri, moda haftalarını takip eden editörlerimiz, blogger’larımız; dünyaca ünlü moda tasarımcılarımız, tüm ekonomik olumsuzluklara rağmen ayakta kalan dergilerimiz, birçok global dergiye içerik üreten moda editörlerimiz, fotoğrafçılarımız var. Yazıda da adı geçen, bizlere başarılı ve güçlü duruşuyla ilham olan Seda Domaniç gibi yöneticilerimiz, iş kadınlarımız var. Çok zengin bir kültürümüz, ilham veren inanılmaz bir mirasımız var.
Bir yandan bazı olumsuz gelişmeler olsa da vazgeçmiyor ve çok daha olumlu şeyler olması için çabalıyoruz. Bakmak ve görmek farklı şeyler. Görmek istemezsen asla görmezsin, gerçekten olanı dahi görmezsin. Çok tartışma yaratan bir gafı vardı Madonna’nın. Boğaz’ı yapay göl sanmıştı. Bakmak, görmek; bilmek ve gördüğünü bilgine göre yorumlamak önemli. Megan Fox, İstanbul’u kasaba sandığını söylemişti.
Yani hiçbir şey, birilerinin bildiği, gördüğü ve algıladığı kadar değil. Mutlaka farklı bir boyutu ve bilinmeyen tarafı var. O yüzden bakmadan, görmeden tüm detayıyla bilmeden köprüleri yakmamak gerek!