Bugün vizyona giren ‘Korku Gecesi/Fright Night’, 1985 yapımı aynı adlı filmin yeniden çevrimi. Yan eve taşınan genç adamın vampir olduğundan şüphelenen ve şüphelerinde haklı olan Charlie’nin hikayesini anlatan korku filmi, sinemada her zaman önemli olan ancak ‘Alacakaranlık’ serisi sağ olsun popülerliği daha da artan vampirler etrafında dönüyor. Madem durum böyle diyerek, vampir filmleri külliyatının popüler örneklerini değil, o kadar göz önünde olmayan filmlerini hatırlatmak istedik.
‘Nosferatu’ (1922)Vampirlerin sinemadaki ilk temsillerinden biri olan ‘Nosferatu, eine Symphonie des Grauens’, 1922 yapımı klasik bir Alman filmi. Ekspresyonist akımın izlerinin görüldüğü film, aslında Bram Stoker’ın ‘Dracula’sının bir uyarlaması. Ancak stüdyo romanın haklarını satın alamadığı için ‘vampir’ yerine ‘Nosferatu’, Kont Drakula yerine ise Kont Orlok kullanılıyor. Kont Orlok’u Max Schreck’in canlandırdığı buklasiğin zamana direnişindeki başarı hayret verici.
‘The Fearless VampIre KIllers’ (1968)Roman Polanski’nin biraz kıyıda köşede kalmış filmlerinden biri olan ‘The Fearless Vampire Killers’da yönetmen tür olarak komediyi seçiyor. Polanski’nin karısı Sharon Tate’le birlikte başrolleri paylaştığı film, klasik Drakula hikayesini tiye alıyor ve mizah açısından gerçekten çok başarılı. Filmde, Profesör Abronsius ve asistanı Alfred, Transilvanya’da bir kasabada vampirlerin peşine düşüyor; bu arada Alfred köyde tanıştığı Sarah’a aşık oluyor. Ancak Sarah’ın tek hayranının Alfred olmadığı, gizemli kont Krolock’un da onun peşinde olduğu anlaşılıyor.
‘Gir Kanıma/Let the RIght one In’ (2008)Şu günlerde yeni filmi ‘Köstebek/Tinker, Tailor, Soldier, Spy’la İngiltere başta olmak üzere gösterildiği ülkelerde alkış alan İsveçli yönetmen Tomas Alfredson’a uluslararası ün kazandıran ‘Gir Kanıma’ adlı vampir filmiydi. John Ajvide Lindqvist’in aynı adlı romanından uyarlanan filmde, okulda uyum sağlayamayan 12 yaşında bir çocuk, apartmanlarına taşınan Eli adlı bir kız çocuğuyla arkadaş oluyordu. Ancak Eli’nin bir vampir olması üzerinden şekil değiştiren hikaye, vampir ana karakteri aracılığıyla dokunaklı bir büyüme öyküsü anlatıyordu.
‘The Hunger’ (1983)Ünlü yönetmen Tony Scott da kariyerine ilk olarak bir vampir filmi, ‘The Hunger’ı çekerek başladı. Filmde Susan Sarandon’ın canlandırdığı yaşlanma konusunda çalışan bir doktor, vampir Miriam Blaylock (Catherine Deneuve) ve 18. yüzyıldan beri sevgilisi olan John’la (David Bowie) tanışır. Doktor da kısa süre içinde Miriam’ın etkisi altına girer. Film, gösterime çıktığı dönemde pek ilgi toplamadı ama zamanla karanlık atmosferi, David Bowie’nin varlığı ve garip cazibesiyle kültleşti.
‘Kan Arzusu/ThIrst’(2009)Güney Kore sinemasının en yetenekli yönetmenlerinden Park Chan-wook’un (‘İhtiyar Delikanlı/Oldboy’) yönettiği film, tıbbi bir deney sonucu vampire dönüşen bir din adamının hikayesiydi. Son dönemde izlediğimiz vampir filmleri arasında özel bir yerde duran film, Park
Chan-wook’a göre sadece bir vampir filmi değil, ‘bir aşk üçgeninin tutkusuyla’ da ilgili. Chan-wook’un vampir hikayesi kalıplarının içine kattığı dramın yoğunluğu filmi çok ayrı bir yere taşıyordu.