CaddeNe kavgası bitti ne sevdası...

Ne kavgası bitti ne sevdası...

21.02.2008 - 00:00 | Son Güncellenme:

Yıllarca sahnede Juliet'i de, Ofelya'yı da, cenaze memurunu da, şen dulu da canlandırmış Aysel Gürel'in en uzun ve en başarılı rolüydü 'Deli Aysel'. Perde kapandı, unutulmaz replikleri, hayatımızın hem en neşeli hem de en hüzünlü hallerine tercüman olan şarkı sözleri kaldı yadigâr...

Ne kavgası bitti ne sevdası...

Adı geçen genç sanatçı, 33 yaşındadır, iki kız çocuğu annesidir. 'Deli Aysel' değildir henüz. Daha doğrusu öyledir de, bunu kimseler bilmez... Yoksa o deliliğin ne güçlü bir kalkan olduğunu daha çocukken keşfetmiştir. 7 Şubat 1929'da savcı bir baba ile belediye ebesi bir annenin kızı olarak Denizli'de dünyaya gelir Aysel Gürel. İleride baba mesleğini seçecek bir ağabeyi, bir de yüksek fizikçi olacak ablası vardır. Babasının tayini Trabzon'a çıkar kısa süre sonra. "Heidi gibi dağlarda tepelerde geçen" çocukluğunda ilk şarkısını kuzusu Mido'ya yazar. Evlerinin geniş bir kütüphanesi vardır, kitaplar hep vazgeçilmez olur onun için. Herkes gibi olmamaya 8-9 yaşındayken karar verir. Kızların attığı adımın dedikodu vesilesi olduğunu fark ettikçe bir çıkış arar kendine. Mahallenin 'Deli Ayşe'sine bakar, karar verir. "Ben deliyim" der, rahatlar. Bir ömür de rahat kalır bu sıfatın altında. "Onların bana deli demesine müsaade ediyorum, karşılığında da her istediğimi hiçbir engelle karşılaşmadan yapabiliyorum" diye açıklar durumu Ayşe Arman'a 2000 senesinde. "Üstelik bazı fikirleri de yaygınlaştırıyorum". Doğrudur, 'deli' hakaret olmaktan çıkar sayesinde. Trabzon'da gelen geçenin rahatsız ettiği 'Deli Ayşe'nin de öcünü almış olur böylece biraz. 1962'nin mayıs ayı. Bulvar Tiyatrosu'nda "Bana Çiçek Yollama" oyunu oynanıyor. Sıkı bir kadro; Münir Özkul, Suna Selen, Sadettin Erbil... Eleştirmen Melih Vassaf oyunla ilgili şöyle yazıyor: "Cenaze memuresi Miss Angel rolünde Aysel Gürel'i seyrederken, bir aktrisin iki piyes arasında bu derece değişmesine hayret edip genç sanatçıya hayranlık duyuyoruz. Aysel Gürel, 'Bana Çiçek Yollama' komedisinin en başarılı oyuncusu." Karadeniz'in azgın dalgalarında boğuşarak öğrenir yüzmeyi, defalarca boğulma tehlikesi atlatır. O yeşil sulardan hafızasında şarkılarında sıkça kullanacağı 'vurgun' sözcüğü kalacaktır. En ünlüsü "Vurgun yemiş misali gönlüm tutuldu aşka..." diye başlayan "Yalnızca Sitem" olmak üzere...Lisedeyken Trabzon Halk Evi'nde ilk kez sahneye çıkar. Şehre askerliğini yapmaya gelen Devlet Tiyatrosu sanatçısı Talat Gözbak'ın sahnelediği "Romeo Juliet"teki Juliet rolünü Ofelya izler. Oyunculuğu meslek olarak seçmeyi düşünürken coğrafya öğretmeninin "Orospu mu olacaksın?" tepkisiyle karşılaşır. Diş hekimi olmaya karar verir bunun üzerine. Ama ondan da vazgeçer ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne yazılır. Oyunculuk ise çıkmaz aklından bir türlü. 1952 yılında gider Küçük Sahne'nin kapısını çalar. "Hayatım tiyatro" der. "Beni aranıza alır mısınız?" Alırlar... Muhsin Ertuğrul önayak olmuştur bu karara...İlk oyunu "Kanlı Düğün"dür. Dönemin Fransız müzikal yıldızı Zizi Jeanmaire'e benzetirler onu. Küçük Sahne'den Karaca Tiyatrosu'na, oradan Şehir Tiyatroları, Site Tiyatrosu ve Bulvar Tiyatrosu'na geçer. Bu arada "Üreme yaşım geçiyor, vakit geçmeden ürünlerimi ortaya çıkarmalıyım" telaşıyla 25 yaşında kendi evlenme teklif ettiği gazeteci Vedat Ebrem ile nikâh masasına oturur. Kısa süre sonra boşandığında iki 'ürünü' vardır; 3 yaşındaki Müjde ve 7 aylık Mehtap. 'Vurgun' yemiş misali... Boşanmayı izleyen dönemi "20 açlık yılı" diye tanımlar sonradan. Kadınlığını unuttuğu, yalnız bir anne olarak kızlarını dayakla ve korkutarak zaptetme yolunu seçtiği bir dönem. Akşamları kızlarını bırakıp gitmek zorunda kaldığı tiyatrodan da vazgeçer bir süre sonra. Bir süre Teoman Alpay ile birlikte yaşasa da, aşkların da bilinmez bir tarihe ertelendiği yıllardır bunlar. "Bunların hepsini ikinci, üçüncü, beşinci ömürlerime bıraktım" der: "Bir görevim vardı, iki kızımı elletmeden, üvey babasız büyütmek. Hep serbest düşündüm ben. Ama benim kadar serbest düşünmeyen insanların ürküntüsü..."Yeşilçam'a da adım atar bu arada. Geçim sıkıntısı çektiğini bilen arkadaşları onun için küçük roller yazarlar. "Kupa Kızı" ve "Ağır Roman" ise kızı Müjde Ar ile birlikte kamera karşısına geçtiği filmlerdir. Bütün bu süreçte şiir hep vardır hayatında. Güzin ve Baha Boduroğlu'yla tanışması ise şarkı sözü yazarlığının kapılarını açar. Gürel'in "Deli Balım" adlı şiirini besteleyip 1973'te plak yapar Boduroğlu çifti. Ama üçünün asıl dillere dolanacak şarkıları 1975 tarihli "Gençlik başımda duman..." olacaktır. Ercan Turgut'tan Erkut Taşkın'a, Esmeray'dan Gün Yüksel'e sayısız isim nasibini alır Aysel Gürel'in kaleminden. Derken Sezen'li yıllar gelir... 1981 tarihli "Ağlamak Güzeldir" albümünde "En Uzun Gece", "Hoşgörü", "Lunapark" ve tabii ki "Ben Her Bahar Aşık Olurum" vardır ve Gürel artık hayatımızın neşeli ve hüzünlü her anının en yetkin tercümanlarındandır... "Değer mi hiç?", "Ne Kavgam Bitti Ne Sevdam", "Haydi Gel Benimle Ol", "Son Bakış", "Hadi Bakalım"... Hemen hemen bütün sözleri çok sevilir ama, "Firuze"nin yeri hep ayrı kalır... Sadece aşkları anlatmaz sözlerinde. "1945" ile atom bombasının öldürdüğü çocukların, "Ünzile" ile "8'ine varmadan ergin olan", birkaç koyun karşılığı alınıp satılan "çocuk kadınların" sessiz acıları dile gelir. 20 açlık yılı 1990'larla beraber memlekette bir süredir tahtını arabeske bırakan pop 'patlar' yeniden. Yonca Evcimik "Aboneyim abone, biletleri cebimde" diye ergenleri peşinden sürüklerken, slogan sözlerin altında yine Aysel Gürel imzası vardır. Duygulandırmayı da, oynatmayı da çok iyi beceren Aysel Gürel, hayatımızın vazgeçilmez bir figürüdür artık. Pembe kirpikleri, otrişleri, pulları payetleriyle yaşsız bir kadın, akıllı bir delidir. Kendi deyimiyle "Hoşgörü alanına girmiştir", ne yapsa "Aysel'dir, canına değsin" diyecektir insanlar. Yaşsız kadın Delilik zırhını bir kez kuşandıktan, kendine de yakıştırdıktan sonra çıkarmaya kalkması asıl delilik olacağından, bu titrin tadını çıkarmaya bakar. En 'aklı başında' cümlelerle en 'olmayacak' iddiaları bir cümlede yoğurup sunuverir, dinleyeni de inandırır. Deniz Akkaya'yla karşılıklı 1915 güzellik kraliçesini oynadığı reklamı da, 20'lik bir gençle öpüştüğü klibi de Aysel'cedir, kabul görür. Bazen düşündüren, bazen güldüren, hep şaşırtan ama asla 'kısılamayan' gür bir kadın sesidir onunki. Çağın epey ötesinden gelen ve de... Bu dünyadan göçmeden kısa süre önce kırmızı gözlükleriyle hastane yatağında oynayarak 80'inci yaşını kutladı Aysel Gürel. Etrafı dostlarıyla çevriliydi. Hafızalardaki son görüntüsü buydu ve çok yakıştı ona bu veda. Yıllarca sahnede Juliet'i de, Ofelya'yı da, cenaze memurunu da, şen dulu da canlandırmış Aysel Gürel'in en uzun ve en başarılı rolüydü 'Deli Aysel'. Perde kapandı, unutulmaz replikleri kaldı yadigâr... Bu veda ona yakıştı