Yaylalarından devam ettiğimiz Rize turumuzu, 2 bin 640 metredeki Ovit Yaylası’nda sessizliğin sesini dinleyerek noktalıyoruz
Ertesi gün sabah 5’te Rize’nin en turistik bölgesi Çamlıhemşin Ayder’in yolunu tutup, bir buçuk saatte yaylada oluyoruz. Güneş yavaştan Ayder’i örtmeye başlıyor. Fotoğraf için araçtan çıktığımda, buz gibi hava çarpıyor. Gecenin yeni terk ettiği Ayder’de ısı henüz 4-5 derece. Birkaç saat içinde ana-baba günü olacak, şimdiyse in, cin bir de ben ve Cengiz.
Altyapısı tamam, her geçen yıl daha da gelişen Ayder’de turizmin nabzını ölçmek için Haşimoğlu’nda oturuyoruz. İşletmeci Erol Demiral’ın servis ettiği muhlama tarihimin en güzelini, birkaç çırpıda mideye indiriyorum. Cengiz’se bir değil iki kap paça çorbasını götürüyor.
Bu sırada minibüs tutarak Türkiye turuna çıkan Vanlı depremzede aileyle tanışıyoruz. Baba emekli kimya öğretmeni. Böbrek naklinin ardından doktoru stresten uzak durmasını önerince, işi bırakmış. Haftalar öncesinden program yaparak tura hazırlanan baba kararlı, bir dahaki tura tek başına çıkacak. Çünkü hanım sürekli “Şuraya da gidelim, burayı da görelim” diyerek rotayı saptırıyor.
Ayder, rize’nin en turistik yaylası. Ancak sapa kalan, popüler olmayan yaylalara da uğramanızı, hatta kalmanızı öneririm. Amlakit, Palovit, Nafkar, Çeymakçur, Elevit, Pokut, Sal, Verçenik aklımıza ilk gelen yaylalar. Bazılarında pansiyon, restoran bulunan yaylalarda çadırınızı kurabilirsiniz de.
İkizdere sınırları içinde yer alan Anzer Yaylası’na da ayrı bir paragraf şart. Rize’ye yaklaşık 50 km. mesafedeki Anzer’in yılda yalnızca 35-40 kilo üretilebilen balının kilosu 1000 TL’ye kadar alıcı bulabiliyor. Anzer balının birçok derde deva olduğu söyleniyor.
Eşsiz bitki örtüsüyle dikkat çeken Anzer de doğa sporları da gözde. Önümüzdeki yılların popüler turizm merkezi. Tabii giderseniz.
HATiCE HANIM’IN MÜCADELESi
Dönüşte ıssız yolda bize işaret veren bir anneyle kızını aracımıza alıyoruz. Hatice isimli kadın dertli. Eski adı Çinçiva olan Şenyuva Köyü’nde yaşayan Hatice Hanım, birkaç yıl önce tapu-kadastronunun köylerine gelip, ölçüm yaptığını, sonra da “Bu topraklar sizin değil” denilerek mahkemeye verildiklerini söylüyor. Parası olmadığı için mahkeme sürecini avukatsız şekilde göğüsleyen Hatice Hanım, davayı kaybetmiş. Yazları yaylada pansiyonculuk yapan, kışlarıysa dört çocuğunu okuttuğu Ankara Keçiören’de geçiren Hatice Hanım, “Bu topraklar bize dedelerimizden, onların dedesinden kaldı. Elimizde Osmanlı tapuları var. Ama tapu-kadastro aksini söylüyor. Gelip ağaçların yaşını da ölçtüler. Biz orman köylüsüyüz, yüzyıllardır buralarda yaşıyoruz” diyor.
Şimdi Fırtına Vadisi’ndeki derttaşları gibi onun da umudu temyizde; olmazsa 2B’de. Hatice Hanım’ın soyadı ve telefon numarasınında bulunduğu not defterimi (evet, not defteri) İzlanda tundrasında kaybettiğim için yazının çıktığını ona bildiremiyorum. Tanıyan varsa haber versin lütfen.
İkizdere’deki pazar yerinde peynir tezgahına da Nkonuk olduk.
Derepazarı’ndaki Seçkin Pide çok popüler. Oturmak için sıra bekliyorsunuz. Fotoğraftaki rehberim Cengiz. Bir pide 7 TL.
RESTORASYON REZALETi
Bir sonraki durağımız Kale-i Zir (Aşağı Kale), bugünkü adıyla Zilkale. Birkaç yıl önce puslu havada çekilmiş fotoğraflarını görüp büyülendiğim Zilkale, berbat restorasyonun kurbanı olmuş. Sanki müteahit dün kondurmuş kaleyi oraya; sıva izleri göze çarpıyor. Fırtına Deresi’nden 100 metre olan kalenin tarihine ilişkin az bilgi var, 13’üncü yüzyılda yapıldığı sanılıyor. Kaleyi 19’uncu yüzyıl sonlarına kadar Osmanlı’nın da kullandığını bilgi levhasından öğreniyoruz. Osmanlı tahrir defterlerinde, aktif olduğu dönemde 30 askerin kaldığı Zilkale’nin ambarında ihtiyaç için 382 somar (1 somar 16 teneke)buğday, 440 somar darı bulunduğu yazıyor.
ENJOY THE SILENCE
Ertesi gün artık son durağımız Ovit Yaylası’na doğru yola çıkıyoruz. Sivri Tepe’yi geçip yükseldikçe, Rize’nin o yaprak yaprak, yeşil yeşil doğası gidiyor, yerini üzerinde ağaç olmayan otlaklar alıyor.
Rize-İspir karayolunun ortasında olan Ovit Dağı’nı çığ felaketlerinden hatırlıyorum. Kasımın sonlarından itibaren karla kaplanan Ovit, akşamüzeri beşten sonra kimseye geçit vermiyormuş. Neyse ki Ovit Dağı Tüneli, bölge halkına ilaç olacak; Rize iyice Erzurum’un kapsama alanına girecek.
Ovit Geçidi’yse, 2 bin 640 metrede yer alıyor. Aracımızı kenara geçip çıkıyoruz. Az ilerideki Ekşioğlu Yaylası’ndan salınan inekler eşlik ediyor bize. Kimsecikler yok, fonda ineklerin çanları. Dağlara taşlara haykırmak istiyor insan. Ama ben Depeche Mode’dan ‘Enjoy The Silence’ı (sessizliğin tadını çıkar) mırıldanıyorum; “...words are very unnecessary, they can only do
harm...”
Gün doğuyor, güneş soldaki tepelere vurmuş, birkaç dakika sonra Ayder’i tamamen örtecek.