Rusya’nın en güzel kentine yolunuz düşerse, Ermitaj Müzesi’ne bir gün ayırıp, Mariinsky Tiyatrosu’nda gösteri izlemeden ve diş teknisyeni Ali Özdemir’in fırıncılık yaptığı İtalyan restoranında yemeden dönmeyin
Pirelli’nin bir lansmanı için geçen hafta iki günü Sankt Petersburg’ta geçirdim. InStyle dergisinden Pınar Şekerleme ve Pirelli’den Melis Gürbüz’le Sankt Petersburg’da yoğun program dışında kalan zamanımızı etkili bir şekilde değerlendirip, Rusya’nın en güzel kentinden yapılmadan dönülmeyecek iki şeyi gerçekleştirdik. Dünyanın en güzel müzelerinden Ermitaj’da bir gün geçirip, Tolstoy’un kaleminden Anna Karenina trajedisinin yaşandığı Sankt Petersburg’un ünlü Mariinsky Tiyatrosu’nda Anna Karenina balesini izledik.
İstanbul’a dönüş öncesinde aşırı soğuğun dondurucu etkisinden kurtulup, karnımızı doyurmak için girdiğimiz İtalyan restoranının Türk fırıncısıyla muhabbetse bu kısa Sankt Petersburg gezisinin bonus’u oldu. Bir Türk neden bir Rus kentindeki İtalyan lokantasında fırıncılık yapar ki? Yanıtı aşağıda.
BiR TÜRK FIRINCI
Sankt Petersburg’ta hava, bulutların arasında güneş sızdıkça üşütmüyor. Onun dışında aylardan mart olsa bile hep bir ayaz, ara ara ama sektirmeksizin kar. Neva nehrinin buz tutmuş suları geçerken öylesine uğrayanlar için, sert geçen kışın sağlam bir delili.
Öyle dondurucu bir anda karnımızı doyuracak ve ısınacak bir yer ararken karşımıza çıkan Rus’a soruyoruz, “Nerede yiyelim?” diye. Sık sık ziyaret ettiği İtalyan restoranı Trattoria Stefano’ya kadar götürüyor, üşenmeden.
Fırına yakın masalardan birine oturuyoruz; fırıncı çaktırmadan bizi izliyor. “Türk müsün?” diye sorduğumuzda başlıyor anlatmaya. 30’lu yaşlarının ortalarındaki Ali Özdemir 8 yıl önce Sankt Petersburg’a gelmiş.
Ali aslında bir diş teknisyeni. “Belki iş bulurum” umuduyla, bir hastanede diş hekimliği yapan abisinin yanında yaşamaya başlamış.
Kentte henüz gerçek mesleğini icra edemezken, abisiyle oturduğu apartmanın girişindeki restorana inip “İş var mı?” diye sormuş. Restoranın Kıbrıs’tan Sankt Petersburg’a göçen İsveçli sahibiyse, “Hele sen geç bir şu fırına” diyerek işe almış onu.
Ve böylece Rus kenti Sankt Petersburg’ta, Kıbrıs’tan göçen bir İsveçli’nin işlettiği İtalyan restoranının Türk fırıncısı olmuş.
Bir Rus’la evlenip çoluğa çocuğa karışan Ali, bu yaz Türkiye’ye kesin dönüş yapacak ve turizm işine girecek. Sankt Petersburg’un pahalılığından yakınan Ali, artık yeteneklerini bizim hizmetimize sokacak.
ERMiTAJ MÜZESi
Rus Çariçesi II. Katerina’nın (bizim Baltacı’nın Katerina’sı değil, o bir numara) bir İngiliz tacirden borçları karşılığında 250 sanat eserini alarak temelini attığı Ermitaj Müzesi, bugün dünyanın en eski, en büyük müzelerinden. Dünyanın en büyük resim koleksiyonu da Ermitaj bünyesinde yer alıyor. Da Vinci’den, Rembrandt’a, Firavunlar Çağı’ndan, Ortaçağ’a envanterindeki 3 milyon eserden ancak cüzi bir miktarını sergileyen müzedeki tüm yapıtlara, parça başına bir dakika ayrılsa zaten toplam 6 yılı müzede geçirmek gerekiyor.
Ermitaj, biri Rus çarlarının kışlık sarayı olmak üzere altı tarihi yapıdan oluşuyor.
Yüksek tavanlı salonlarında, uzun anti-mütevazı koridorlarında dolaşıp, sarayın haşmetinden etkilenmemek imkansız. İnsan, Rus Devrimi’nin şifrelerini de az, çok sarayın sıra dışı görkeminde buluyor. Çarlık Rusya’sının savaşlarla bezeli tarihinde, bir zümre sarayda sanatla bezeli şekilde zevk-ü sefa içinde yaşamını sürdürürken, yüzyıllar boyunca ordunun hammaddesini oluşturan yoksul köylülerle işçiler ayaklanmasın da ne yapsın?
Rehberimiz, Çarlık döneminde binlerce şişe şampanya kapasiteli dev mermer kadehi işaret ettiğindeyse bu görüşümüz iyice pekişiyor.
Peki Rönesans’tan antik çağlara, bu eserler nasıl oldu da Ermitaj’da yuva buldu. Sovyetler, aristokratların elinde ne var, ne yok devletleştirdiğinde, birbirinden ünlü tablolar, heykeller de müze envaterine geçti. Tabii bazı eserler, -bir Rembrandt da dahil- komünizmi protesto eden insanların bıçaklı, asitli saldırılarına uğramaktan kurtulamadı.
MARIINSKY TiYATROSU
Kültür/sanat beşiği Sankt Petersburg’a gelip de bale, opera gibi sanatsal bir etkinliğe vakit ayırmamak ayıp olur. Biz de öyle yaptık; ayıp etmedik. Sankt Petersburg’un en ünlü sahnesi Mariinsky’de Anna Karenina balesini izledik. İtiraf ediyorum; üniversite yıllarında Tolstoy’un romanını ders olarak okumuştum. Ve karakter olarak Anna Karenina’ya hiç kanım ısınmamıştı. Ona sinir olmam, 19’uncu yüzyıldan kalma beş katlı tiyatrodaki localardan birinde yerimi almama engel değil. Uyarayım; Anna Karenina’yı Mariinsky’de ortalama bir pozisyonda izlemek istiyorsanız yaklaşık 250 TL’yi gözden çıkarmalısınız. Rus/turist fark etmez, herkes takmış, takıştırmış da gelmiş tiyatroya. Kendimi kotla biraz çıplak hissediyorum. Neyse ki üzerimdeki ceket utancımı biraz perdeliyor ve gözüme takılan tek tük kotlular biraz da rahatlatıyor.
Anna Karenina, sahneye girip çıkan vagonları, sürekli değişen dekoruyla müthiş bir prodüksiyon. İki saatlik sürenin 10 dakikası alkışa ayrılmış. Tiyatro, pazartesi olmasına rağmen ful. Bu yüzden 1-2 gün önceden revervasyon şart gibi.