Prens Adaları’ndan Heybeli, diğerlerinin yanında daha bir ‘kozmo’ yapısı, kışın dostça peşinize takılan köpek sürüleri, boş köşklerin önünde sahiplerinin geleceği günleri, yazı düşleyen kedileri, her noktası rahatça adımlarınızın kapsama alanında olmasına rağmen gizli sığınaklarıyla, İstanbul’un hemen dibinde ilahi bir kaçış yeridir.
Kıdemli Milliyet muhabiri, arkadaşım Önay Yılmaz’ın son romanı ‘Heybeliada Cinayetleri’, adayı bu kez işlenen bir dizi gizemli cinayete sahne yapıyor. Gizem ve şüpheayle bezeli roman, Değirmen’den Çam Limanı’na, Ruhban Okulu’ndan köşklerine Heybeli’ye de ışık tutuyor. Okuyucu gerilmekle kalmıyor, Heybeli’yi de öğreniyor. Önay Yılmaz’la romanda geçen yerlerde ‘Heybeliada Cinayetleri’ni konuştuk
* Önce romanı bir solukta okuduğumu söylemeliyim. ‘Da Vinci’nin şifresi gibi. Tabii bir Ada sevdalısı olarak, konunun Heybeli’de geçmesi romanı benim için daha da cazip kıldı. Heybeli’de geçen bir polisiye yazmak nereden esti?
Heybeliada’da yaşadığım için olsa gerek. Heybeliada Adalar tarihinde, hatta İstanbul tarihinde önemli bir yere sahip. Prens Adaları içinde bana en ilginç geleni Heybeli. Adanın her köşesi ayrı bir tarih ve bu izleri burada görmek mümkün. Özellikle yapılar fazla bozulmamış, korunabilmiş ve günümüze kadar gelebilmiş. Yani insan burada zaman duygusunu yitirebiliyor. Örneğin evde sessiz bir ortamda otururken, faytonların, atların nal seslerini duymak sizi geçmişte yolculuğa çıkarıp kendinizi zaman tünelinde hissetmenizi sağlayabiliyor. Tüm bunların yanında adanın mistik ve özellikle kış aylarındaki melankolik havası da beni böyle bir gerilim yazmaya itmiş olabilir. Daha önce yazdığım polisiye romanların devamı için Heybeli bana büyük ilham verdi.
* Bu roman senin üçüncü polisiyen, karakterleri aynı ancak her kitapta farklı bir olay işliyorsun. Karakterlerinden biri Ahmet Kerim adında bir gazeteci, bu gazeteci seni ne kadar yansıtıyor?
Her yazar, biraz kendisini, biraz çevresinde tanıdığı kişileri veya hayalinde yarattıklarını karakterlere yansıtır. Ben de Ahmet Kerim karakterine kendimden bazı şeyler katmış olabilirim. Ama Ahmet Kerim’de benden çok az şey var. Benzer yanlarımız sadece gazeteci olmamız ve çevre konularında haber yapıyor olmamız. Onun dışında benzer yanımız yok. Bu tamamen hayali bir karakter.
Kimdir bu Ahmet Kerim?
* Romanda Ahmet Kerim, Selin adlı bir kadın gazeteciyle de sert rekabete giriyor. Sen bir gazeteci olarak böyle bir rekabet içine girdin mi?
Aslında romanda olduğu gibi öylesine sert ve kinci bir rekabet yaşadığım söylenemez. Ama gazeteciliğin doğası gereği bu tür rekabetler yaşadım. Tabii romandaki rekabetin altında birtakım sebepler var. Selin, kendini, sevgilisi Ahmet Kerim’e bile kabul ettirmeye çalışan bir gazeteci. Bu nedenle çevresine, hatta sevgilisine karşı bile oldukça kırıcı ve tahripkâr olabiliyor. Ahmet Kerim de Selin’e bir ders vermek amacıyla onunla rekabete giriyor.
* Romanda kuru kuruya seri cinayetler işlenmiyor; Heybeli’nin tarihi de anlatılıyor. Heybeli’yi bilmeyen bir okuyucu için zengin bir tanıtım. Korku dolu bir atmosferde Heybeli’yi tanıtıyorsun.
Aslında Heybeli’yi tanıtan çok güzel kitaplar var. Ama ben de bu güzel adayı çok daha farklı, gergin bir atmosferde tanıtmaya çalışıyorum. Yani bu tanıtımda biraz heyecan ve gerilim var. Derler ya, reklamın iyisi kötüsü olmaz. Eğer bu kitapla, Heybeli’ye bir katkım olursa ne mutlu bana.
* Romanı yazarken nasıl bir çalışma yaptın ve yazman ne kadar sürdü, bir dökümünü yapar mısın?
Kurguda hazırlık aşaması oldukça zaman alıyor. Eğer karakterler aynıysa, yani bir seri yazıyorsanız karakterlerle ilgili bir sorun yaşamıyorsunuz. Sadece yeni maceranın yan karakterlerini oluşturuyorsunuz. Bu da size zaman kazandırıyor. Adayı iyi tanıtabilmek için Heybeli’yle ilgili birçok kitap okudum. Heybeli’de oturduğum için adayı bol bol gezdim. Romanda olayın geçtiği yerleri yakından görüp gözlemler yaptım. Özetle olayı kurgulamam, kitaplar okumam, konuyla ilgili araştırmalar yapmam ve oturup kitabı yazıp bitirme sürem yaklaşık bir yılımı aldı.
Giderek bozuluyor!..
* Heybeli’de büyüyen bir insan olarak, son yıllarda her gittiğimde adanın biraz daha bozulduğuna, doğallığını kaybettiğine tanık oldum. Sen ne düşünüyorsun?
Tabii senin gibi Heybeli’de büyüyen bir insanla benim gibi sadece iki yıldır adada oturan biri arasında mutlaka gözlem farkı vardır. Aslında ben Büyükadalı’yım. Ama son iki yıldır bir değişiklik yaparak Heybeli’yi tercih ettim. Doğrusu ben öncesini pek bilmediğim için ne kadar bozulduğunu da pek bilemiyorum. Her şey gibi Heybeliada’nın da bozulduğu, doğallığını giderek kaybettiği bir gerçek. Ama yine de İstanbul’da en az bozulan yer Adalar. Bu bölge, ne yazık ki uzun zamandır ülkeye egemen olan ve tüm değerleri silip süpüren yağmacı, talancı zihniyete rağmen bugüne kadar ayakta kalabilmiş, doğallığını bir ölçüde koruyabilmiş.
Ancak bundan sonra ne olur, kendini bu yağmadan, talandan ne kadar koruyabilir, ondan doğrusu pek emin değilim. Bugünkü zihniyet bana bu konuda pek güven vermiyor. Yanılmış olmayı çok isterim ama görünen tablo öyle. Örneğin güzelim Çam Limanı bir mezbelelik halinde. Heybeli’nin o güzelim çamları, her an mangalcıların şerrine uğrayıp kül olabilir. Özellikle Ada’nın en güzel yerlerinden biri olan Değirmenburnu ve oradaki yürüyüş yolundan her geçişimde, piknikçilere yer açmak, daha fazla masa yerleştirmek için ağaçların tek tek yok olduğu hissine kapılıyorum. Belki de bir his değil, gerçekten yok oluyorlar.
* Adalar zamanında, Rum, Yahudi, Ermeni, Süryani ve Müslümanların bir arada huzur içinde yaşadığı bir mekandı. Son yıllarda bu mozaik özelliğinin kaybolduğunu duyuyorum.
Evet çok haklısın. Özellikle Heybeli’de Rum, Ermeni ve Museviler, diğer adalara oranla çok daha az. Ve sayıları her geçen gün daha da azalıyor. Bunun azalmasının çok değişik sebepleri var. Siyasi, ekonomik, kültürel nedenler. Öte yandan giderek artan hoşgörüsüzlük, azınlıkların her geçen gün kendilerini daha az güvende hissetmeleri gibi birçok neden sayılabilir. Mesela Büyükada’da Musevi Cemaati evlerini satıyor. Kendilerini burada ekonomik anlamda güvende ve rahat hissetmeyen genç museviler, ABD’de yaşamayı tercih ediyorlar.
Yazı başka kışı başka güzel
* Biraz da yaz/kış ada yaşamından bahseder misin? İstanbul’a yalnızca bir saat uzakta, ormanla bezeli bir adada yaşamak nasıl bir his? Hayatını nasıl etkiliyor?
Adanın yazı başka, kışı başka güzel. Sakin geçirilen bir kış sonrası, yazın coşkusunu, insan seslerini, hareketliliği, cıvıltıyı özlüyorsunuz. Sonra da aşırı hareketlilik ve coşkudan yorulup yeniden kışın sakinliğini özlemeye başlıyorsunuz. İstanbul’a bir saat uzaklıkta sakin ve temiz havasıyla adada yaşamak rüya âleminde, cennette olmak gibi bir şey. Bir tek, ama çok önemli bir sorun var. O da burada Allah’a emanet yaşıyorsunuz. Çünkü acil bir durumda müdahale edecek sağlık ekibi, ne yazık ki yok. Bu bence burada yaşayan, oturan insanlara büyük bir ayıp ve büyük bir haksızlık. Yani onları bir anlamda ölüme terk etmek gibi, işkence etmek gibi bir şey. Burada belediye hoparlöründen her gün ölüm ilanı duymak da insanı ürkütüyor ve karamsar yapıyor.