Başlık kendini dezenformasyon girişimlerini ifşa etmeye adayan New Yorklu kuruluş ‘Disinfo’nun sloganı. Bırakın Suriye’yi Türkiye’de bile haber yoluyla ne olduğunu tam olarak kavrayamadığımız bir ortamda bilgi kirliliği zirve yapmış durumda. İşte örnekler:
Avusturya’nın en büyük gazetesi Kronen Zeitung’un, hareket halindeki Suriyeli bir ailenin fotoğrafıyla Photoshop’la yıkılmış binalar ekleyerek okuyucularında kentin enkaza döndüğü algısı yaratmaya çalıştığı ortaya çıktı. Günde 3 milyon kişinin okuduğu bulvar gazetesinin fotoğraf editörü, dünyanın en büyük haber fotoğrafı ajanslarından EPA’nın servis ettiği fotoğrafı bir çırpıda Photoshop tezgahından geçirip, Halep’i yanmış, bitmiş, kül olmuş şekilde göstermişti.
‘Fotomani-pülasyon’ diye bilinen bu yönteme, Photoshop’ın icadından bu yana başvuruluyor. Daha çok oyuncu ve modellerin sürreel şekilde cilalanması amacıyla yapılan fotomanipülasyon ne yazık ki, toplumun gerçekle en önemli bağlarından haber medyasında da yapılıyor.
Reutersgate
Bu işin ustası olduğu ortaya çıkan Reuters muhabiri Adnan Hajj’ın 2006’da İsrail-Lübnan savaşı sırasında neredeyse geçtiği her fotoğrafa, etkiyi artırmak için fazladan ateş topları (flare), dumanlar eklediği ortaya çıkmıştı. Reuters, medyanın ‘Reutersgate’ adını verdiği skandalın ortaya çıkmasıyla Hajj’ın işine son vermiş, foto muhabirinin servis ettiği bine yakın fotoğrafı ajans arşivinden kaldırmıştı.
Başlığımıza vesile olan üçüncü konu Burma’dan. 10 gün önce Twitter’da başlatılan bir kampanya, çığ gibi büyüyerek Budistleri hedef alan -şimdilik sanal- bir müslüman cihadına dönüştü. Kanıtıysa bu köşede yer alan illüstrasyon.
Arakan, ‘#ARAKANdiyeBiryerVar’ diye Twitter’da kısa sürede ‘trending topic’ oldu. Binlerce Türk twitter’cının yağdırdığı fotoğrafların birçoğunun 2004’te Hint Okyanusu’nda 200 bin kişinin ölümüne neden tsunami sonrasına ait olduğu, bazı fotoğraflarınsa başka olaylardan devşirildiği ortaya çıktı. Dünyanın önde gelenlerinden Türk medyası ve ajanslarından bazı arkadaşlar, kendi ifadeleriyle haberlerini ağlayarak ve “Budistler tarafından öldürülen müslümanlar” vurgularıyla tuşlayadursun, uluslararası haber ajanslarının konuya pek bir ilgisiz kalması da dikkat çekici.
KiMSE GÜVENDE DEĞiL
Tek kanallı TV döneminin ‘Doğru Ahmet’, ‘Doğrucu Mehmet’leriyle trafik kurallarını öğrenmiş bir neslin üyesi olarak çevreme baktığımda caddelerde, yollarda başınıza her an her şeyin gelebileceği türden bir kaos görüyorum. Ne yayası trafik ışıklarını takıyor, ne aracı sağa dönerken yayaya yol veriyor. Ne yolu düzgün, ne de aydınlatması. Dünyanın en yüksek vergileri, -yol, su, elektriği geçtim- neden bana sokakta, caddede insani bir yaşam sağlamıyor?
Türkiye’de her gün 600, her saat 27 trafik kazası oluyor. Günlük ölüm bilançosuysa 20’yi buluyor. Her yıl 5-6 bin kişiyi yollara kurban veriyoruz. Yılda 200 bin kişinin de yaralandığı kazaların en büyük nedeniyse yüzde 94 gibi bir oranla insan.
Araçların sağa dönerken yayalara yol vermemesini ayrı bir yazı konusu yapıp, ne kadar mal olduğumuzu yüzümüze çarpmak istiyorum. Bugün yayaların uyması gereken birkaç kuraldan bahsedeceğim:
* Yayalar daima kaldırımdan yürümelidir.
Öyle bir kaldırım göremiyorum. Milliyet’in bulunduğu Çağlayan/Şişli’de iki insanın yan yana ve birbirine değmeden yürüyebileceği kaldırım bulmak zor.
* Trafik lambalarının olduğu yerlerde yeşil ışık yanmadan, yol bomboş olsa bile geçilmemeli.
Öyle bir yaya göremiyorum. Yola trafiğe aldırmadan atlayan yayaların doğasını motosikletle yol alırken daha iyi gözlemledim. Sanki “Biri çarpsa da süründürsem, bir de iki hafta raporu çakıp evde yatsam” diye plan yapıp atlıyorlar yola; yaylana yaylana geçerken ne sola bakıyorlar ne de sağa.
* Taşıtlara sırayla binmeli, duran taşıtlardan sırayla inilmeli.
Bu kural bende kısa devreye neden oldu, devrelerim çalışmıyor.